24 Eylül 2010 Cuma

Düğün Hazırlıkları - IX ~ Son Haftaya Girerken

Bu hafta düşündüğümün aksine çok sakin geçti. Pazartesi ayakkabımı aldım işte, Çarşamba gelinlik provam vardı, dün akşam ise gayet sakin, herşey hazırmış gibi işten çıkıp eve döndük. Oysa ki gerçekler öyle değil...

Gelinlik provam rahat geçti bu sefer. Tül ile kumaşı ayırmış oldukları için rahat çalışabildik. İç eteğimin tüllerinin üst 2 katını kestik, bir de gelinliğin kendine ait 2 kat tül vardı, onun da bir katını kestik. Kulağa ne kadar korkunç gelse de eteğim daha düzgün oldu, en azından önündeki potluk kayboldu. Ayakkabılarımı almış olduğum için gelinliğimin boy ölçüsünü de tam olarak alabildik. Ayrıca bir önceki provadan beri aklımda olan duvağımı da deneme fırsatı buldum. Cumartesi günü bana örnek bir duvak vermişlerdi; fakat ben kendi duvağımın uzunluğunu merak ediyordum. Çarşamba günü kendiminkini taktım, çok da beğendim..

Bu arada Çarşamba günü nasıl yağmur yağdı size anlatamam. Ofiste oturuyorduk, saat 16 gibi hava bir karardı, bulutlar bir toplandı, ardından deli gibi yağmur yağmaya başladı. Sırf damlalar düşse yine neyse, deli gibi gök gürlüyor. Bizim ofiste odaların kapıları camdan, yemin ediyorum bir ara kapının birinin sesten patladığını zannettim!!.. Saat 6'ya geldiğinde gök gürültüsü ve yağmur biraz dinmişti; fakat yolları sel götürüyordu. Taksiyle La Bianca'ya gittim, prova 45 dakika kadar sürdü. Çıktığımda yağmur epey azalmıştı, hava da iyice kararmıştı artık. Eve dönmek için ya otobüsle Kızılay'a gidip, Kızılay'dan 2. otobüse binecektim, ya da Ayrancı'ya kadar yürüyüp dolmuşa binecektim. Yağmurda yürüme fikri çok hoşuma gitti bir anda, kulağımda mp3 ile ve başladım Cinnah'ı tırmanmaya. Yarım saatte de yürüdüm yani ayağımda topuklularla :D

Dün akşam ise yapacak bir işimiz yoktu, bu yüzden bütün gün "akşam ne yapabiliriz" diye düşündüm; ama birşey gelmedi aklıma. Gerçi şimdi keşke Kızılay'a gidip gündelik kahvaltı takımı baksaydım diyorum; neyse... Perşembe iş çıkışı Sevgilimle biraz araba sohbeti (Zurna'nın içinde oturarak sohbet etme) yaptıktan sonra evlere yöneldik. Çok acıktığım için yemeğimi yedim hemen ve uzun zamandır ertelediğim yürüyüşüme çıktım.

Yürüyüşten maksimum fayda sağlamak için şöyle bir  güzellik yaptım,
Extra Gel'imi sürdüm bacağıma ve (lütfen gülmeyelim) üst bacağımı streç film ile sardım. Bir yerde bu şekilde yürüyüşün selülitlere birebir olduğunu okumuştum. Extra Gel yerine vazelin de sürebilirsiniz bu arada. Bacağım sarılı şekilde 3 tur attım sitede, yaklaşık 45 dakika ve streç filmi çıkardığımda içi terden sırılsıklamdı. Ayrıca dün giydiğim pantolonun bugün daha rahat olduğunu hayretler içerisinde farketmiş bulunmaktayım :)))


Dün Zurna sohbetleri sırasında Sevgilimle nikah şekerlerimizi konuştuk. Nikah şekeri çoğu zaman içi yenmeden bile atılıp gider. Biz de bu yüzden kalıcı birşey olsun istedik ve TEMA Vakfı'na bağış yaparak kendimize ait bir orman oluşturalım istedik. Fakat bugün internette bulduğum muhteşem şeylerin de düğünümüze dahil olmalarını istiyorum.. Bir yandan da geç kaldık tabi bu şeker şeyler için...
Naapsak naapsaaaaakkk???

23 Eylül 2010 Perşembe

Bir Cilt Bakımıkoliğin İtirafları

Pazartesi günü iş çıkışı Ankamall'a gittim, miniklerimi teslim almayaa.. Evet bana özel yapılan "prenses ayakkabılarım" (Sevgilimin deyimiyle) sonunda hazırlardı. Denedim, gerçekten çok güzel olmuşlardı ve tam ayağıma göreydi. Yedek ayakkabılarımı teslim edip yenilerini kucaklayarak, ağzım kulaklarımda çıktım Erol mağazasından.

Eh, sıra Sevgilimin ayakkabılarına geldi tabi. Onun için de Derimod'a baktık ve bir model beğendik; ancak uygun numarası ve daha fazla çeşit Panora'da olduğundan bir sonuca varamadık.

Pazar günkü cilt bakımı maceramızın sonunda Hülya Hanım bize Biotherm'den cildimiz için uygun ürün listesini vermişti. Ankamall'da hem Sevil Parfümeri hem de Tekin Acar olduğu için hazır gitmişken bakım ürünlerimizi de almaya karar vermiştim. Sevil Parfümeri'deki bayan çok yardımcı ve sevecendi (Tekin Acar'da fiyat kontrolü yaptım, daha pahalıya geliyordu, ayrıca ürünü veren adamın konuyla hiçbir ilgisinin olmadığı karma cilt yerine kuru cilt için bakım setini çıkartmasından belliydi.) Ürünlerimizi Sevil'den almaya karar verdik; fakat bir sorun vardı, kartlarımın ve hesap bakiyelerimin toplamı tutarı karşılamıyordu.

Kasadaki halim gerçekten "Bir Alışverişkoliğin İtirafları" filmindeki yeşil şal sahnesine benziyordu. Hani kız 100$'lık şalı almak için 10 tane kredi kartı çıkarıyor, her birinden 10'ar 20'şer dolar çektiriyor; ama yine de bakiyesi yetersiz kalıyor ya, işte o sahneyi yaşadım. En son 15 TL'miz eksik kaldı, cebimizden 10 TL çıktı, 5 yok!! Sonunda internetin nimetlerinden faydalanarak, Sevil Parfümerinin bilgisayarından İnternet hesabıma girip döviz bozmak suretiyle ödememizi tamamlayabildik. Güle güle kullanalım...

Yalnız, iki gündür kullanıyorum ve cilt bakımının üzerine kaliteli ürün kullanmanın faydalarını görmekteyim. Bir de dün banyoda yüzüme çok hafif kese yaptım, bugün pırıl pırıl parlıyorumm, İyi ki almışım işteee :)))

21 Eylül 2010 Salı

Ev Tadilatı - III

Geçen Cuma öğleden sonra işyerimden izin aldım, çıktım evime gittim. Şu an evimizde su ve elektrik tesisatı tamamen bitti, açılan oyuklar alçı ile kapatıldı, banyo ve mutfak fayansları döşendi ve kartonpiyerlerimiz takılıyor. Kalan işler ise boya badana ile parkelere sistre. Cuma hem perdelerin ölçülerinin alınması hem de duvar renklerini konuşmak için Meltem Hanım ile evimizde buluştuk.


Meltem Hanım çok zevkli ve modern bir bayan. Boyacının karşısına öyle birisi ile çıkmak çok iyi oluyor. Mesela ben salonun tavanını çok uçuk kahverengiye boyatmak istiyorum, çünkü salonda beyaz tavan çok çiğ geliyor bana. Boyacı da tutturdu "tavanı boyarsak daha basık görünür" diye. Sonra bana verdiği boya kataloğunda bir çatı katının tavanının turuncuya boyanmış olması komikti tabi. Neyse, boyacı beni çeşitli yöntemlerle caydırmaya çalıştı. Ben caymak istemiyorum ama bir şey de söyleyemiyorum; çünkü bilmiyorum. Meltem Hanım sağolsun bana cesaret verdi, böylece cuma günü durumu "2'ye 1"e çevirerek kazandık :)


Perdelerimizi gözden geçirdik tekrar ve nereye ne şekilde asacağımıza karar verdik. Ölçüler alındı ve perde işi tamamlandı. Meltem Hanım'lar dönerken ben de Emek'teki Alışveriş Home Mağazası'na gidip, mağazada 2 haftadır bekleyen çay setimi almaya gittim. Orası da küçük ama çok şeker bir yer. Üst kat nevresim takımları, yorganlar, çarşaflar, alt kat mutfak eşyaları olarak ayrılmış. Çoğunlukla Biev'in ürünleri satılıyor. İşte biz de Biev'in 6 kişilik çay setini almıştık, içinde fincanları, tabakları bir de servis için çaydanlığı var. Ancak takımın her parçası mağazada bulunmadığı için yeni takım getirtmişlerdi. Evdeki işimiz erken bitince Emek'e gidip takımımı aldım. Oradan Armada'ya, Cepa'ya, Kentpark'a geçip aklımdaki birkaç yeri dolaştım, eve döndüm.


Cumartesi gelinlik provam vardı; ama aksilik bu ya iş yerimden her zaman 2'de çıkıyorken bu haftasonu 5'e kadar kaldım. Saat 6'da La Bianca'daydık, daraltma için ölçü alınacak. Terzi nasıl ters bir kadın anlatamam. Gelinliği arkadan daraltınca önü potluk yaptı, kat kat çizgiler çıktı. Tabi çok çirkin göründü, o şekilde olmaz. E geniş haliyle de ben istemiyorum... Zaten daha gelinliği almadan önce daraltırız diye konuşuyorduk. Bir ara terziyle birbirimize girecektik gerçekten de. Derken bana gelinlik seçme konuşunda yardımcı olan görevli geldi (o ana kadar başka müşterisi vardı). Tülü tutan dikişi ayıracaklarını, önce eteklerini daraltacaklarını, sonra tülü daraltacaklarını söyledi. Öylesi mantıklı geldi bize de ve Çarşamba gününe tekrar sözleştik. Çarşambaya kadar dikişi sökecekler ve o gün tekrar ölçü alacaklar.


Bu arada Cuma sabahı Sevgilim eğitim için İstanbul'a gitmişti, Cumartesi akşamı biz onlarda yemekteyken Sevgilicim de geldi eve :) 2 günde hemen zayıflamış gibime geldi; ama beyefendi arayı çabuk kapattı.


Pazar günü hızlı başladı. Planda boyacılar başlayacaklardı pazar günü; fakat bizim arka komşu sorun çıkartınca iş yattı. Arka komşumuz gerçekten biraz sorunlu, başka bir postta detaylı anlatırım. Sitemizde pazar günleri tadilat yapmak (gürültü olduğu için) yasak. Komşumuz da ustaları görünce ne olduğunu bilmeden aramış güvenliği. Oysaki boyanın sesi yok, gürültüsü yok; ama adamın şikayeti bizim 2 günümüze mal oldu. Ustalar sabah 8:30'da aradılar durumu anlatmak için. Ben tabi koştur koştur kalktım, giyindim, eve gittim, boyaların rengini kontrol etmek için. 1 saat kadar onlar boyaları karıştırırken baktım, renklerin koyuluğunu kontrol ettim. Hepsi onaylanınca eve döndüm, kahvaltı ettim, kardeşim kalktı o srada banyoya girdi, arkasından ben girdim banyoya. Saat 12:30da ikimiz de aklanmış paklanmış, cilt bakımına gitmek için hazırdııkkk...


Evet, pazar gününün beklenen olayı cilt bakımı yaptırmaktı. Saat 1'deki randevumuzdan en az 1saat önce banyo işlerimizin bitmesi ve yüzümüze hiçbir şey sürmememiz gerekiyordu. Aynen o şekilde hazırlandık, Çatı Güzellik Merkezi'nde Hülya Hanım'la randevumuza yetiştik. Hülya Hanım cilt tipimizi belirledikten sonra bizi 15 dakika buharda bekletti. Temizleme işlemini yaptı, maskeler uyguladı ve cildimiz yumuşacık çıktı ortaya. Hülya Hanım, Ampul Tedavisi diye birşey önerdi sonra; ciltteki lekeleri temizliyor, sivilcelerin iyileşmesini hızlandırıyor ve sivilce çıkmasına neden olan deriyi temizliyor. "Peki" dedik, "onu da deneyelim". 15-20 dakika da o sürdü. 1de girdiğimiz randevumuzdan 4'te çıktık!!


Çıkışta Melih'lerle buluştuk, 365'e gittik. Saatlerce de burada gezdik, ben hızlıca anlatacağım. English Home'dan çok güzel bir yorgan ve yastıklar aldık. Yorganın özelliği şu, birbirine çıtçıtla tutturulmuş iki ince yorgan düşünün. Soğuk havalarda ikisini birlikte kullanıyorsunuz, bahar aylarında tek katını kullanıyorsunuz. Hoşumuza gitti, mantıklı geldi. Fiyatları da çok uygun yani, hele yastıklar; 9,90!! Hem kendimiz için, hem misafirlerimiz için aldık.

Oradan Boyner Evde'ye geçtik. Benim çok beğendiğim ve haftalardır indirime girip girmediğini hem bizzat, hem de 365'e giden herkese tembihleyerek takip ettiğim bir kahvaltı seti vardı, işte yandaki resimm. Kapıdan içeri bir girdim, %50 indirim standı üzerine benim cicilerimi koymuşlaaarr... Eğer siz de resimdeki seti beğendiyseniz hemen bir Boyner Evde mağazasına koşun; ama 365 AVM'dekine hiç gitmeyin, çünkü hepsini ben aldıııımmm :D

Son olarak esse'ye gidip 6'lı baharatlık seti aldım. Onun resmini bulamadım; ama inşallah evimin yerleşmiş halinin fotoğraflarını koyacağım :)

Ve akşam saat 8'de yorucu bir Pazar gününü noktalayarak evlere dağıldık. Tabi bizim minik Zzurnacığımızın halini görmeniz lazımdı, pencerelerden yastıklar fışkırıyordu, o derece.

Ne güzel ev kurmak, o evde yaşamanın hayalini kurmak.
Allah herkese bu hayali birlikte yaşamak isteyeceği bir eş ve o hayali gerçeğe dönüştürme gücü versin.

Sevgilerimle,

16 Eylül 2010 Perşembe

Düğün Hazırlıkları - VIII ~ Balayı

Düğün hazırlıklarını yaparken balayını da unutmamak lazım. Hatta evlenmeye karar verildiği anda önce balayını ayarlamak lazımmış, nedeni ise uçak biletleri ve bilimum işlemler...

Bizim hayalimizdeki balayı şehri Paris idi. Beraberliğimizin en başından beri Paris'in çok özel bir yeri vardır ilişkimizde. Mesela ben bir ay dönümümüzde Eyfel posteri almıştım Sevgilime, Behlül'ün odasındaki posterden değil ama... Gece masmavi gökyüzü altında ışıl ışıl bir Eyfel Kulesi'ydi. Tealightlardan da almıştım, çalışma masasının üzerine koymuştum. Romantizm yapalım derken çalışma masasını yakmıştık sonra, şimdi masanın üstünde 2 tane kocaman, simsiyah yuvarlak var... Tealightların bu kadar çabuk ısınıp masaya yapıştığını bilmiyordum o zamanlar :((

Filmlerde Paris geçtiği zaman birbirimize bakar gülümseriz hep veya ellerimizi sıkarız. Pembe Panter filminde bile fonda La Tour Eiffel'i görünce nefesimiz kesilir.

2-3 sene önce bayramlardan biri yılbaşı ile birleşiyordu, Kurban Bayramı'dır büyük ihtimalle. Biz de Sevgilimle Paris'e gitme planları yapmıştık, olamadı sonra. O zaman balayımızı Paris'te yapmaya karar vermiştik.

Düğün hazırlıkları başladığından beri balayı planları da aklımızın bir köşesinde hep. Paris biletlerine bakıyorum, otellere bakıyorum, o kadar pahalı ki... Bir yandan da pasaport işlemleri, nasıl yetişecek hepsi diye telaş edip duruyordum.

Derken Sevgilimin arkadaşından (aynı zamanda nikah şahidi) bir teklif geldi. Arkadaşımızın Datça'da otelleri var ve bizi balayımız için otele davet etti. Biz de baktık, düğünden 1ay sonra Kurban Bayramı, 9 gün tatil.. Balayı için Datça'ya gideriz, güzel bir tatil yaparız (zaten Sevgilim bu sene yaz tatili yapamadı, biraz güneş yüzü görür), bayramda da 9 gün Paris'e gideriz dedik ve hemen Bodrum biletleri aramaya başladık. Bodrum'dan Datça'ya da feribotla geçeceğiz.

THY'ye bakıyorum, bütün Bodrum uçuşları İstanbul aktarmalı. Ankara'dan İstanbul'a ordan Bodrum'a, yolu 1,5-2 saat uzatıyoruz boşu boşuna. E yol uzayınca bilet fiyatları artıyor, kıytırık gidiş bileti 200 TL'nin üzerinde (vergiler hariç). Promosyon çıkar belki diye bekleyip duruyordum; ama uzun zaman da bakmadım biletlere.

Dün sabah ofise gelince bakmak geldi içimden, hiçbir ümide kapılmadan... Sayfayı açmamla gidiş ve gelişlerde promosyon sınıfı açıldığını gördüm ve hemen rezervasyon yaptırdım. Gidişimiz (vergiler hariç) 29, dönüşümüz 53 TL! Rüya gibi!! Önce rezervasyon yaptırdım; çünkü uçuş saatleri pek gönlümüzden geçen değildi. Gidiş uçağı Pazar günü saat 19'da kalkıyor, dönüş uçağı yine Pazar günü akşam 8'de. Yani biz o pazar gece 11:30-12 gibi ancak eve varabileceğiz. Düğünden sonraki sabah da evimizde güzelce kahvaltımızı yapıp, yazırlanıp 3-4 gibi evden çıkacağız. Sevgilime anlattım uçuş detaylarımızı, onun da hoşuna gitti.

Rezervasyonumuz bugün saat 15'e kadardı. EFT gecikince ben binbir telaş içerisinde koştura koştura bankaya gittim, parayı elden yatırdım, geri koştura koştura ofise döndüm ve rezervasyon süresinin bitmesine 10 dakika kala biletleri aldım.

Şu an hala inanamıyorum ama artık BALAYI BİLETLERİMİZ VAAARRR!!!

P.S.Açgözlülüğün sınırı yok, Bodrum biletlerini alır almaz Paris biletlerini araştırmaya başladım iyi mi? :)))

Davetiyemizzzzzzz


HEYO!!!

15 Eylül 2010 Çarşamba

Önümüzdeki Bayrama Evliyiizz

Geçtiğimiz hafta Şeker Bayramı idi. Herkesin geçmiş bayramı kutlu olsun.


Haftanın yarısı bayram olunca insan pazartesi, salı ve çarşambanın yarısında da iş moduna giremiyor tabi. Neyseki bizim ofisin de çoğunluğu yoktu ve tüm hafta boyunca ofis tatili yaptık. O nasıl oluyor demeyin, hiç telefon çalmıyor mesela, gelen-giden-toplantı yok. E bize de iş çıkmıyor, hal bu olunca.


Çarşamba günü öğlen çıktım ofisten, Sevgilimle matbaamızı aradık, davetiyelerimizin hazır olduğunu öğrendik. Ben önce koştur koştur La Bianca'ya gittim. Bayramda ayakkabımı almayı planlıyordum ama gelinliğimi görmeyeli o kadar uzun zaman geçmişti ki rengini, şeklini herşeyini unutmuştum. Gelinliğimi gördüm, küçük bir kumaş parçası aldım ve Kızılay'a gittim. Sevgilimle buluşup davetiyelerimizi ve etiketlerimizi aldık, çok da beğendik. Damgamız hazırdı, iplerimiz de hazırdı, bir an önce eve gidip yapmaya başlamamak için zor tuttuk kendimizi.


O gün eve döndüğümde bir güzel spor yaptım. Saat 7de düştüm yollara, sitede 3 tur yürüdüm. Kulağımda kulaklık, ooohh... Eve geldim, biraz dinlendim, 8 civarı David Amca ile Asthanga yoga yapmaya başladım. Yürüyüşün üzerine öyle yorulmuşum ki, yogayı tamamlayamadım bile... Tabi o gece pestil gibi uyudum.


Ertesi gün Bayramın birinci günüydü ve ben sabahın 8:30'unda uyandım!! O akşam iki aile bizde yemek yiyecektik. Bayramlaşma ve kahvaltı fasıllarından sonra evi toparlamaya başladık. Bir güzel sildik, süpürdük, annecim yemekler yapmaya başladı, ben de yanında durup izledim. Akşam 7 gibi annemler ve Sevgilim geldiler. Önce bahçede oturduk sohbet ettik biraz, sonra sofraya geçtik, yedik içtik, güldük.


Gece 12 gibi kalktılar, onlar gidince biz de Kuki'yi gezdirelim dedik. Ben taktım tasmasını çıkardım dışarı. Bizim yan evimizde de bir köpek var Jack Russel cinsi, hani Maske filmindeki köpekten. Yemek sonrası bahçede otururken köpeği serbest bıraktıklarını gördük. Hayvan tazı gibi bir o tarafa koşuyor bir diğer tarafa. Ben Kuki'yi çıkarmadan önce annem dışarıyı kontrol etti, sahiplerine sordu serbest mi diye. Onlar da evde dediler. Biz Kukiş'le dolaştık, eve dönüyoruz. Tam bizim evin köşesine gelince ben yine durdum, ortalığı kontrol edeyim dedim. Tam kafamı uzatmışken komşu köpeğinin evden fırladığını gördüm. Bir anda dondum kaldım ama yanımıza gelirse bağırırım korkuturum diye düşündüm. Bir yandan da beynim "Kuki'yi kucağına al!" uyarısı veriyordu ama kalakaldım öyle. Ve o salak köpek gözlerimin önünde geldi benim minik Kukiş'imin poposuna yapıştı. Kuki öyle bir çığlık attı ki kulaklarımdan gitmiyor. Ben de bağırmaya başladım, ama köpek hiç tınmıyor. Azıcık eğilmemle Kuki omzuma kadar sıçradı, köpek hala poposunda, bırakmıyor..


Bir ara yere düştü sonra yine zıpladı, yine yapıştı poposuna. O sırada bizimkiler yetişti, daha doğrusu babam aldı kucağına, eve götürdü. Tasmanın ucu elimde olduğu için ben de peşinden eve gittim, köpek hala yanımızda zıplıyor; ama ne zıplamak.. Benim omzuma kadar çıkıyor! Babam içeri girdi ben dışarıda kaldım; çünkü kapıyı açarsam eve girecek. Sonunda birisi, kim bilmiyorum, köpeği tuttu da biz de içeri girebildik. Tabi Kuki'nin poposu kan içinde. Hemen Baticon ve Tentürdiyot sürdük ve veterineri aradık. Veteriner de enfeksiyon kapabilir deyince, babamla kardeşim veterinere gittiler. Ben annemle evde oturmuş ağlıyorum. Sevgilimi aradım, ona anlattım durumu, onlar da üzüldüler. Yarım saat önce güle oynaya çıkmışlar evden, hemen ardından bu olay. Babamlar veterinerde antibiyotik iğne yaptırmışlar, geldiler eve. Kuki masanın altından çıkmıyor! Sevmek istiyoruz falan ama yaklaşamıyoruz bile. O gece hiçbirimizi uyku tutmadı tabi, birimiz yattı diğerimiz kalktı.


İnsan birçok şeye üzülüyor, tamam şöyle bir gerçek var, köpeği ne kadar tutmak istesen de bazen kaçıyor, engel olamıyorsun. Ama o akşam biz otururken (yan evde de misafirler vardı), o köpekle nasıl oynadıklarını gördük. Gözüne gözlük takıp fotoğraf çektirmeler, hayvancağızı her yöne çekiştirmeler, mıncıklamalar... E zavallı sıkılıyor ve de sinirleniyor tabi. Bir de üstüne misafirlerden biri sokağa salınca (evet resmen tasmasından tutup sokağa bıraktı) hayvan sinirini birşeyden çıkarmak istiyor. Tesadüf onun üzerine Kuki'yle karşılaşınca (zaten iki dişi köpek birbirini hiç sevmiyor), batırdı dişlerini.


İşte bayramın ilk günü bizim için güzel başlayıp kötü bitti. Gerçekten çok kötü...

Ayakkabımı da aldımmm

Dün akşam gelin ayakkabımı aldığımı ilan etmek istiyorum!!

Şık, minik, zarif bir ayakkabı oldu. En güzel tarafı da Erol mağazasının bu ayakkabıyı bana özel imal edecek olması, çünkü ayağımın boyu 35, parmaklarım 36 numaraya ancak uyuyor. Ve işte benim miniğiimmmm:


İşin en güzel ve ilginç tarafı şu oldu, dün akşam Ankamall'daki Erol Mağazası'na uğradık. Ankamall'a gitme sebebimiz bambaşkaydı aslında, Tepe Home'dan yemek masası bakacaktık. Ben öylesine ayakkabılara bakarken bu çifti gördüm. Çok sevimli göründü gözüme bir anda. Olur mu olmaz mı derken denedim, ayağımda da çok sevimli durdu ve o kadar da rahattı ki!!..

Alacağımız konusunda anlaştık ama ayakkabını 36 numarası büyük geliyor, 35i küçük (ben normalde 37 giyerim bu arada!!). Satış görevlisi "biz size özel ayakkabı yapalım" dedi, "ayağınızın kalıbını alalım, boyu 35 parmakları 36 numara olacak şekilde yeniden imal edelim" dedi. "Harika" dedik biz de ve kalıbımızı verdik. Ama bir sorun daha vardı, benim haftasonu gelinlik provam var, provaya ayakkabı ile gitmem lazım, EROL 21'inde teslim ederiz dedi. O nasıl olacak??

Bunun üzerinde görevli bana bir çift ayakkabı verdi, "bunlar sizde kalsın, provadan sonra getirirsiniz" dedi. Biz şaşkınlığımızı üzerimizden atamamışken bir baktık ki elimizde EROL paketi, içinde bir çift ayakkabı, mağazadan çıkıyoruz.

Harika bir akşam oldu yaniii...

14 Eylül 2010 Salı

Blogumu Okurken Farkettiğim Güncellemeler

Bugün geçmiş blog kayıtlarıma göz gezdirdim ve birkaç konuda güncelleme yapma ihtiyacı hissettim.

Öncelikle, Sevgilim şu an işinden çok memnun. İşine başladıktan birkaç ay sonra çalışma sistemleri değişti ve tüm ofis ikişerli takımlar haline getirildi. Takımların bir elemanı iç satışçı, bir elemanı dış satışçı yapıldı. İşte benim Sevgilim de dış satışçı oldu, yani tüm gün dışarıda, firmaları geziyor, satış yapıyor. İşinin mevsimsel zorlukları var tabi; ama tam ona göre bir pozisyon oldu bu.. İşyerindeki kızlara gelecek olursak, hepsi gayet şeker, sevimli, çoğunluğu evli bayanlar. Benim zaten "Sevgilimin karşı cinsle birlikte olması" gibi bir takıntım yok; ama mülakatlarda bu kadar çok sorulunca beni de bir merak almıştı yani... Şu an herşey yolunda :)

İkinci güncelleme Orkidem'le ilgili. Yazımı yazmamdan sonra da kurumaya devam etti, üstelik alttaki yaprakları da kuruyup kopmaya başladı. Çiçekçimizle konuştuk, kuruyan dalı dibinden kesin dedi. Çok tereddüt ederek kestim, aradan da epey zaman geçti. Bu süre içerisinde Orkidem yaprak vermeye devam etti, eski yaprakları da kurumaya devam etti, şu anda gayet sağlıklı, yeşil yeşil duruyor. Tabi köklerini belirtmek zorundayım, sürekli yeni kök veriyor ve bir tanesi o kadar uzadı ki saksıdan taştı, tezgaha indi. Evi basmasından korkuyoruz :)))  Umarım şu anki süreç bir "kendini yenileme" sürecidir ve önümüzdeki bahara, benim evimde yepyeni çiçekler açar...

Stieg Larsson'un Millenium serisinin ikinci kitabı olan Ateşle Oynayan Kız'ı da okumuş bulunmaktayım. İlk kitapla karşılaştırdığımda bu kitabın daha başarılı olduğunu söyleyebilirim. Kahramanlarımız yine aynı, gazeteci Blomkvist ve Lisbeth maceranın başrol oyuncuları. Serinin 3. kitabı da İngilizce olarak kitabevlerindeki yerlerini aldı. Larsson'un sevgilisinin/eşinin söylediğine göre 4. bir kitabı daha varmış; fakat henüz yazma aşamasındayken vefat etmiş. Çalışmalarını toparlayabilirlerse serinin 4. kitabı da çıkacakmış.

Etamin konusuna hiç girmemek lazım. Geçen sene başladığım duvar saatinin çok küçük bir bölümü bitirilmek için bekliyor hala. Başladığım diğer etamin de iyice ortaya çıktı; ama daha yapılması gereken çook şey var. Akşamları da eve döndüğümde dekorasyon dergilerine, kitaplarına bakmaktan başka şey yapmaya vaktim kalmıyor. Bu yüzden etamin konusunu evlilik sonrasına bırakmış bulunmaktayım... :)

Mustafa Balbay 558 gündür tutuklu, görünüşe göre 10.558 gün daha öyle kalacak.

Minik bebişimiz, Ada'mız yürüme çabalarında. Düğüne kadar yürüyebilmesini çok istiyorum, eğer yürürse düğünde bizden önce Ada ve Barın (diğer kuzenimin oğlu-7 yaşında) çıkacak ve yolumuza çiçek dökecekler.

Başka da bir güncelleme gelmiyor aklıma, ah tabi Fransızcaya hala başlayamadım ve Master planlarımı Nisan'a erteledim; çünkü sınava çalışamıyorummm :))))

7 Eylül 2010 Salı

Düğün Şarkıları

Düğünün karar verilmesi gerekilen önemli konularından birisi de çalacak şarkılar. Salona giriş şarkısı, (bizde kokteyl alanı ayrı olacağı için) kokteyl alanına giriş ile birlikte ilk dans şarkısı ve pasta kesilirken çalacak şarkı. Tabi müzik grubunun mola verdiği yarım - 1 saatlik süre içerisinde banttan çalacak şarkıların da birbiriyle uyumlu olması için önden liste yapmak lazım.

İşte şu an aklımızda olan şarkılar sınıflandırılmamış halleriyle şu şekilde:

Gloria Estefan - Hold Me, Thrill Me, Kiss Me
The Ronettes - Be My Baby
The Temptations - My Girl
Neil Sedaka - You Mean Everything To Me
Zuhal Olcay - Bana Ellerini Ver
Notre Dame de Paris - Belle
Notre Dame de Paris - Roméo et Juliette - Aimer
Today I Met The Boy I'm Gonna Marry - Darlene Love

Liste güncellenecektir, ara sıra kontrol ediniiizz :)

6 Eylül 2010 Pazartesi

Hayal Gibi

Düğün Hazırlıkları - VII ~ Davetiyeler II


Haftalar geçiyor, geçtikçe heyecan tırmanıyor, sinirler geriliyor.
Bu haftayı tam anlamıyla davetiyelerimize adadık. İnternette çok gezdik, çok aradık ve bu resmi bulduk.
Hoşumuza gitti ve davetiyelerimizi aynı şekilde yaptırmaya karar verdik. Tabi resimde görünen şey bir kutu. Biz o kutunun yerine yukarı doğru açılan, kalın kraft kağıdından yapılmış, 16 x 16 boyutlu bir kart koyacağız. Rengi de resimdeki renge yakın. Üzerinde aynı bu şekilde kesilmiş isim etiketi olacak. Kırmızı-bordo arası hasır bir ip ile kartı 4 tarafından bağlayacağız ve tabiki sol üst köşesinde kırmızı damgamız olacak. Ben Sevgilimin el yazısını çok beğendiğim için isim etiketlerini divit kalem ile Sevgilim yazacak.

Dış görünümü elimizde örnek olduğu için kolayca hallettik; fakat içinin nasıl olacağı düşünücesi bizi çok uğraştırdı. Farklı birşey olsun istedik, romantik olsun istedik, BİZ'i anlatsın istedik ve hoş olduğunu düşündüğümüz bir tasarım yaptık bakalım :)

Geçen salı iş çıkışı matbaaya gidecektik; fakat saat 17:45'te öyle bir yağmur yağmaya başladı ki, ikimiz de kafalarımızı çıkaramadık ofislerimizden. Gerçi ben bir cengaverlik yapıp "hayır matbaaya söz verdik gitmem lazım" diye kendimi sokağa attım ama 3 adım ötedeki apartmanın girişinde mahsur kaldım. Yağmur gökyüzünden yere bir tül perde inmiş gibi yağıyordu, rüzgarsa perdeyi dalgalandırmakla kalmıyor, neredeyse beni savuruyordu. Sonuçta o gün kendimizi eve zor attık. Matbaaya ancak perşembe akşamı gidebildik ve kağıdına rengine herşeyine karar verdik. Sıra yine geldi tasarımı yapmaya; ama matbaacı amca da sağolsun hiç yardımcı olmuyor. "Siz yapın biz basarız" diyor; ama sorun yapmakta zaten.. "Örnek?" diyorum "yok" diyor. Sonuçta 1,5 saatte yalnızca davetiyenin renklerine karar vermiş olarak ayrıldık matbaadan.

Programa göre Cuma günü biz tasarımı gönderecektik ona, o da Cumartesi günü basmaya başlayacaktı, ama Cuma günü ikimiz de öylesine yoğunduk ki, değil davetiyeyi düşünmek, GTalk'ta konuşamadık bile. Akşama bırakalım biz bu işi dedik ve Sevgilim bize akşam yemeğine geldi. Yemeğin vermiş olduğu rehavetle ancak 2-3 cümlelik bir taslak oluşturabildik; ama hala ortada birşey yok. Cumartesi günü bilgisayar başında onu ekledik, bunu çıkardık, şunu yazdık derken taslak davetiyeye benzedi. Bunu matbaamıza mail attık hemen ve birkaç saat sonra yanına geleceğimizi söyledik. Cumartesi günü ben çalışıyordum yine, saat 2de işten çıktım, 2:30'da Kızılay'daydık. Yarım saat konuştuk(m) durduk(m) (=> tasarım çalışmaları boyunca aralıksız konuşabildiğimi ve saçmalayabildiğimi farkettim). Sonunda tamam dedik ve Pazartesi basıma başlanmasını onayladık. Fakat benim için iş "tamam" deyince bitmiyor tabi. Kızılay'dan Ulus'a gidene kadar "orası öyle mi olsaydı, burası böyle mi olsaydı" dedim durdum, işin kötüsü bir de matbaayı arayıp düzeltme yaptım.

Ulus'ta damgacımız vardı, biraz dolaşarak bulduk dükkanını. Damgamızın siparişini vermek 10 dakika sürdü, fakat bunun 5 dakikasını neden damga istediğimizi açıklamakla geçirdik. Damgacı ile konuşurken farkettik ki, biz davetiyenin üzerine tarih yazmadık!! Çıkar çıkmaz matbaayı aradık, tarihi eklemesini rica ettik. Ulus'tan Kızılay'a döndük tekrar ve davetiyelerimizi bağlamak için ip aramaya başladık. İnanmayacaksınız ama davetiye içeriğinden sonra en zorlandığımız bölüm ip bulmak oldu. Roj ipi diye birşey varmış, tam bizim istediğimiz şey. Ama bu ip doğal olduğu için renkli olmuyormuş, sadece halat renginde. Renkli olsun istediğimiz için aramaya devam ettik ve hanımların çanta/ şapka örmekte kullandıkları hasır iplerden bulduk. Her iki ipten de aldık; ancak hasır ipin kopma riski var tabi. Davetiyelerimiz geldikten sonra deneyeceğiz bakalım...

Cumartesi günü davetiye hazırlıklarımızı bu şekilde tamamladıktan sonra Sevgilim Tunalı'ya gitti, ben ise annemlerle buluşup perdeciye gitmek için ablamların mağazasına gittim. Hep beraber Gaziosmanpaşa'daki Arnova Perde'ye gittik ve çok çeşitli modeller arasından evimizin perdelerini hemen seçtik. Hepsi de çok güzel oldu, takıldıktan sonra resimlerini koyacağım... Perdecide de 1,5 saat kadar oyalandıktan sonra Sevgilimle Tunalı'da buluştuk ve bir baktım ki kolunda kocaman bir dövme!!!

Ne zamandır istiyordu dövme yaptırmayı, o gün dolaşırken girmiş bir dövmeciye, konuşmuş, anlaşmış ve yaptırmış. Kolunun altı kısmına, bileğiyle dirseği arasına romen rakamlarıyla doğum tarihini yazdırmış ve çok ama çok yakışmış. Bizimkilerin bu durumdan henüz haberleri yok, gösterecekleri tepkiyi heyecanla bekliyoruzz :)

Sevgiler,

3 Eylül 2010 Cuma