23 Şubat 2011 Çarşamba

Nietzsche

Deniz kıyısında bir ihtiyar taşı kayayı yontmaktadır.
Güneş onu yakıp kavurur.

O da Tanrıya yakarır keşke güneş olsaydım diye.
"Ol" der Tanrı. Güneş oluverir.

Fakat bulutlar gelir örter güneşi, hükmü kalmaz.
Bulut olmak ister. "Ol" der Tanrı. Bulut olur.

Rüzgâr alır götürür bulutu, rüzgârın oyuncağı olur.
Rüzgâr olmak ister bu kez. Ona da "Ol" der Tanrı.

Rüzgâr her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur.
Her şey karşısında eğilir.
Tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar.
Oradan eser buradan eser, kaya bana mısın demez!

Bildiniz, Tanrı kaya olmasına da izin verir.
Dimdik ve güçlü durmaktadır artık dünyaya karşı...

Sırtında bir acı ile uyanır...
Bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır...

"Amor Fati - Nietzsche "
(Kaderini sev-belki seninki en iyisidir)

Çok güzel, değil mi??

Sevgili Hasta :(

Geçen hafta Sevgilimin yoğun bir iş programı vardı. Çarşamba sabahı İstanbul'a gitti, gece saat 12 uçağıyla döndü. Ertesi akşam tekrar havaalanına gitti geldi derken bir anda ateşleniverdi. Perşembe akşamı eve geldiğinde hem yorgunluktan ölüyordu hem de ateşten.

Evde acil durumlar için birkaç ilacımız var ama ateş düşürücü yokmuş. O geceyi nasıl zor geçirdik anlatamam. Ben hasta olduğum zamanlarda ilacımı alır vurur kafamı yatarım, zaten hastalık dediğim grip nezle arası birşey. Nazlanmam, söylenmem, kendi kendine geçer hastalık. İnsanın kendisiyle başetmesi kolaymış da başkası hastayken sakin kalmak zormuş.

Perşembe akşamı Sevgilim geldi eve, ateşi olduğunu söyledi (daha çok hafifti), yemek yedi hemen ve ilaç aldı. Biraz sonra deli gibi başı ağrımaya başladı, bir baktık ateşi de çıkmış. Elini yüzünü yıkadı, yattı. Yattı ama bir "üşüyorum" diye titriyor, bir "terliyorum" diyor. T-shirt'ü sırılsıklam, uyuduğu zaman sayıklıyor, kabus görüp bağırıyor. Ben uyku falan uyumadım tabi. Bir ara zar zor t-shirt'ünü değiştirttim, uyuduk, yarım saat sonra bir çığlık daha. O gece gerçekten çok korktum ya birşey olur da ben müdahale edemezsem diye. Yok yok ben daha bebek mebek yapamam, herkes otursun oturduğu yerde!
Sevgili, Cuma günü işe gitmedi, ben de ateş düşürücü ile derece aldım eczaneden. Tabi o derece elde oyuncak oldu, yarım saatte bir ateş ölçüldü. Haftasonu evden çıkmadık ama ateş nezleye dönüştü. İlaçlar değişti, istirahate devam. Bu arada her akşam meyve yedik, bol bol vitamin aldık. Tedbir amaçlı ben de 1-2 ilaç aldım, bol bol uyuduk.

Pazartesi günü işe gitmesiyle eve dönmesi bir olmuş Kocacığımın. Nezleyle birlikte baş dönmesi başlamış. Yarım saat sonra eve dönüş :)

Bu haftasonu 4 gün oldu onun için ama pek tatil olmadı yani. Salıdan beri işe gidiyor; akşamları battaniyenin altında meyve terapisi :)

Geçmiş olsun Kocacığımmmmm...


21 Şubat 2011 Pazartesi

Ev Alışverişi Bitmeezz

Evlenmemizin üzerinden 4 ay geçti, neredeyse yarım sene. Bu süre içerisinde evde ufak tefek değişiklikler yaptık, birşeyler aldık yerleştirdik; ama temel olarak tek bir çivi bile çakmadık diyebiliriz. Yani içine girdiğimiz gün nasıldıysa bugün onun biraz daha yerleşmiş versiyonundayız. Tabi yemek masası, lambalar ve halımız dışında; ama onlar da olmazsa olmazdı. Ben ihtiyacın ötesinde biraz süslemekten bahsediyorum. Duvarları doldurmak, evin detaylarıyla ilgilenmek gibi. "Aceleci" diyebilirsiniz, "1 sene sonra çerçöp dolacak, neyi atsam demeye başlayacaksın" diyebilirsiniz; ama duramıyorum iştee...

Ofiste birkaç kişi ayda bir birimizin evinde buluşup altın günleri yapmaya başladık demiştim. Benim sıram Nisan ayında; fakat hazırlıklara şimdiden başlamak lazım. Alınacaklar, yapılacaklar çok! Malum evimiz görücüye çıkıyor.

Bugün bir heves eksik listesi yapmaya başladım, aklıma gelen herşeyi yazdım. Sonra bir adım daha atarak IKEA'nın web sitesine girmeye ve henüz bakmaya fırsat bulamadığım 2011 kataloğunu incelemeye karar verdim. Allah'ımmm nasıl güzel şeyler var!!! Her sayfayı değiştirdiğimde önce "ayyyy" diye çığlık atıım, sonra yanındaki ürünü görünce bir daha "ayy" dedim, öyle sürdü gitti. Sayfalar ilerledikçe içimde birşeyler kıpırdanmaya, yerimde duramamaya başladım. Bıraksalar buradan İstanbul'a kadar koşsam, hepsini hepsini alıp gelsem. İlk etapta şunları alsam:
Bütün duvarı kaplayan kocaman TV Paneli yerine minik, fonksiyonel dolaplar.
Hobi odamda bu sevimli kanepe üzerinde etamin yapmak
Çok şık bir ayaklı saat ve kullanışlı orta sehpa
Her şey için kullanılabilecek bir sepet
Oturma odamızda gündüzleri kanepe, akşamları misafirlerimiz için açılır yatak.

Daha neler neler var...

Siz de bakıp bakıp çıldırmak isterseniz buradan buyurun. Yok yok benim İstanbul'a gitmem lazım, IKEA'nın gelmesini bekleyemem!!!

14 Şubat 2011 Pazartesi

Ev Keyfi

Geçtiğimiz 2-3 gün rahat, keyifli, dinlendirici günlerdi ve onlar sayesinde güzel bir haftasonu geçirdik. Cuma akşamı yine tüm bezginliğimle çıktım işyerimden ve eve girer girmez şöminemizi yaktık, haftasonuna sıcacık başlayalım dedik. Yemeklerimizi yedik, dvdmizi koyduk Leon'u izledik. Bu filmi kimbilir kaçıncı izleyişim... İlk sefer Parliament Sinema Kulübü gösterdiğinde izlemiştim; ilkoulun sonlarında veya orta okulun başlarındaydım. Yani uzuunn zaman önceydi :) Yine çok duygulandık, çok sevdik filmi...

Cumartesi günü ben ofisten arkadaşlarımla buluşacaktım. 2 aydır altın günü yapmaya başladık 5 kişi. Her ay birisinin evinde toplanıyoruz, çörekler, börekler yiyoruz çok ihtiyacımız varmış gibi :)) İş dışında güzel bir ortam oluyor işte. Bu Cumartesi de buluştuk, yedik içtik, akşam 5:30 gibi evlere dağıldık. Ben eve döner dönmez Sevgilimle tekrar çıktık dışarıya, Ankamall Electroworld'den ses sistemimizin küçük hoperlörleri için ayak almaya gittik. Ankamall'da kalmamış, kalktık Gordion'a gittik. Ayaklarımızı aldık, mamalarımızı yedik, saat 22:30'da evdeydik.

Cumartesi akşamı Tom Hanks'in Road to Perdition filmini izledik. Filmin konusu güzel, senaryosu yetersiz, sonu duygusaldı. Filmin içerisinde sonunu belli eden çok nokta vardı ve bana kalırsa o hatalar, o işi yapan birisinin yapmaması gereken hatalardı. Yani sanki sırf sonunu bağlamak için bazı şeylerin saçma kalmasına izin vermişler gibi. Sevgilim şu an ciddi bir arşiv oluşturma çabası içerisinde, bu filmi de arşivimize eklemek niyetiyle almıştık; ancak pek şart değilmiş açıkçası.

Pazar sabahı çoookkk uyuduk!!! Cumartesi gecesi geç yatmıştık, onun etkisi var tabi; ama bu kadar da uyunmaz ki.. Kalkınca bir cesaret geldi bana ve kahve makinemizi çalıştırmaya niyetlendim. Daha önce bahsetmemiştim sanırım; annemler yılbaşında bize Fakir'in Cafe Passion kahve makinesini aldılar. Çok şık, güzel bir makine. Çekirdek öğütücüsü de var ve bu demek ki Starbucks'tan istediğimiz kahveden alabiliriz, evimizde yapabiliriz!!! Sorun şu ki, makinenin çok çok kötü bir kullanma kılavuzu var ve daha önce kahve makinesi kullanmamış birisinin anlaması imkansız. Örnek olarak kitabın en başında yazan yazı şöyle:
İlk Kullanım Öncesi makinenizin su tankını max. seviyesine kadar doldurun ve suyu kaynatın. Bu işlemi iki kere tekrarlayarak makinenizin içindeki tortuları temizleyin.

Ne kadar kolay görünen, açık bir işlem değil mi? Makine üzerinde öyle değil ama... Bir kere açma kapama tuşuna bastığımda betonu deliyormuşum gibi acayip bir ses çıkıyordu, makinenin orasını burasını kurcaladım, bu sefer sürekli bir alarm sesi ötmeye başladı. Kendimden umudu kesip makineyi kendi haline bırakmıştım ben de.. Pazar sabahı bir cesaret doldurdum suyunu, bastım düğmesine. Alarm çalmasının sebebi parçanın düzgün oturmamış olmasıymış, düzelttim. Beton delme sesi de öğütme bölümünden geliyormuş, işlemi iptal ettim, bir baktım ki su kaynamaya ve cam kasede birikmeye başladı. Sevincimi suyu ikinci kez kaynatarak kutladım ve artık kahve yapmaya hazırdım.

Lakin hava çok güzel olduğu için dışarı çıkma kararı aldık, Tunalı'ya gittik. Kıtır'da karnını doyurdu Sevgilim, ben de D&R'da yemek kitaplarına baktım. Anne babalarla özlem giderdikten sonra evimize döndük, Pazartesi hazırlıklarına giriştik.

Bu sabah ise ofise gelir gelmez dün trendyol'da gördüğüm TowelCake kampanyasına girdim, evimize misafir havluları aldım. İşte şunlaaaarrrr

4 Şubat 2011 Cuma

Haftasonu

Saat 5'e geliyor, yani 1 saatim kaldı işyerinde, çok mutluyum.

Bu haftayı çok zor geçirdim, bir sinir dadandı bana, herşeye kızıyorum, asabi yaklaşıyorum. Aslında kızdığım şeylerde haksız değilim; ama istersem de boşverebilirim, "amaaan, bu da böyle olsun" diyebilirim. Demek istemiyorum, karşıdaki yaptığı şeyin yanlış olduğunu bilsin istiyorum. En kibar haliyle "Cadı" olmak uğruna yine de yine de yapıyorum.

Haftasonu bir gelsin, bir kere cumartesi çok uyuyacağım. Sonra güzel bir kahvaltı yapacağım. Pazar günü misafirlerime yapmak için değişik bir omlet tarifi buldum, onu deneyeceğim. Sonra da canım ne isterse... Gazete okurum, etamin yaparım, şömine yakarız yine, oohh... Yeter ki dinleneyim...

Hihihi

3 Şubat 2011 Perşembe

İyi ki Doğdun Anneciğimm

Bugün annemin doğum günü. 60 yaşını doldurdu sevgili, güzel anneciğim.

Onun doğumgününde hep Cafe Anki zamanlarında yaptığımız kutlamalar gelir aklıma. Nasıl bir tesadüfse, her sene 3 Şubat'ta annem nöbetçi olurdu. Nöbetçi demek cafeye öğlen gidip akşam kapanışa kadar kalmak demek, saat 9:00-9:30'a kadar falan yani. Biz de okuldan yorgun argın gelip yemeklerimizi yedikten sonra fırsat bu fırsat deyip pasta yapmaya, evi süslemeye girişirdik.

Bir sene anneme doğumgünü şakası yapmak için damla sakızlı kek yapmıştık. Damla sakızı dediysem bildiğiniz Falım sakızının küçük parçalara doğranmış hali. Düşünüyoruz ki o sakızlar fırında pişince Pizza Hut'ın peyniri gibi uzayacak, annem de yiyemeyecek. Tabi kek fırından bir çıktı, sakızlar olduğu gibi duruyor, hatta taş kesilmiş, katır kutur. Akşam birer dilim yedi herkes; ama kekin devamı kaldı. Okul sabahları bize kahvaltıya ne hazırlayacağını bilemeyen anneciğimiz çok sevinmişti bu duruma; "yarın sabah kahvaltıda bu kekten yersiniz" demişti. Ve biz o felaket keki ertesi sabah, daha ertesi sabah, daha ertesi sabah yemiştik...

Bir kere de, evimiz tadilattayken ve biz aynı site içerisinde kirada oturuyorken, annemler gelene kadar pizza söylemiştik eve ve tadilatta olan evimize gitmiştik. Sofrayı falan hazırlamıştık. Annemle de telefonda konuşuyoruz, "biz evdeyiz sizi bekliyoruz" diye. Tabi annemler kiracı olduğumuz eve gittiler, kimse yok. Annem arıyor, "kızım biz geldik evde kimse yok" diye, "olur mu anne, biz evdeyiz" diyoruz. Neden sonra akıllarına geldi asıl evimiz de yemeklerimizi yiyebildik.

Birkaç senedir kutlamaları evde pizza şarap partisi şeklinde yapıyoruz. Bu sene de, bu akşam geleneksel kutlamamızı yapacağız, pazar günü ise herkesleri bizim evde kahvaltıya davet ettik. Güzel güzel mamalar hazırlayacağım onlara.

İyi ki doğdun anneciğimm, seni çok seviyoruuummmmm...

1 Şubat 2011 Salı

Bembeyaz Manzara, Şömine Çıtırtısı ve Etamin

Bu haftasonu dinlendirici olmaktan çok uzaktı. Cuma gününün dondurucu soğuğundan sonra sabah bir kalktık ki her yer bembeyaz ve kar doludizgin yağmaya devam ediyor. İnsan o manzarayı görünce sıcak yatağına geri dönmek istiyor; ama ben çalışıyordum maalesef.

Saat 2'de çıktım işyerimden, 2:30 gibi evdeydim. Geçen hafta Sevgilim oturma odasında eşyalarını toplama sözü vermişti bana, birşeyler atıştırdıktan sonra işe koyulduk. Ben oturma odasını toparlarken, o da çatıdaki eşyalarını düzenledi. Kitaplarını, CDlerini yerleştirdi raflara, o bile çatının derli toplu görünmesine yetti. Saat altıydı işlerimizi bitirip derin bir oh çektiğimizde. Hiç oturmadan bembeyaz sitemizde yürüyüşe çıkalım, karın keyfini çıkaralım istedik ve annemlere kadar yürüdük. "Hadi bir çay molası verelim" dedik, girdik içeriye. E tabi giriş o giriş. Biz şömine karşısında yayıldık, mayıştık kaldık. Bir de üstüne yemek yedik, harika oldu. Enerjimizi topladık evimize döndük.

Pazar günü çok geç kalkmak, iyice dinlenmek istiyordum; fakat benim çılgın beynim 10:30'da uyandı. Kalktım, kahvaltı ettim, malum Sevgilim ne hafta içi ne hafta sonu kahvaltı etmiyor, hava hala soğuk olduğu için şömineyi yaktım, perdelerimi de açtım, yağan karı izlemeye başladım. Pazar sabahları TV8'de yayınlanan Yaşamdan Dakikalar programını izlemeyi çok seviyorum; ama çoğu zaman yakalayamıyorum. Bu hafta tesadüf oturdum izledim rahat rahat. Derken Sevgilim kalktı, beraber oturduk bir süre, sonra o müzik dinlemeye çatıya çıktı, bana da rahat battı. Salonda koltukların yerleşimi için farklı bir tasarım vardı aklımda ne zamandır. Sevgilimin rahatını bozmayayım dedim, ufak ufak ittirip kaktırmaya başladım. Kendine içecek birşeyler almaya inen Sevgilim evin halini görünce küçük bir şok geçirdi, sonra yardım elini uzattı bana. Zaten üç parçacık koltuğumuz var, hemen yerleştirdik. Benim tek önemsediğim koltukların şömineyi kapatmaması ve nereye oturursak oturalım şömineyi görebilmemizdi.


Ölçüler tutup da istediğim yerleşimi sağlayınca keyfim yerine geldi, etamin düzeneğimi kurdum, kahvemi çikolatamı aldım, sağımda bembeyaz kar manzarası, solumda şömine çıtırtıları, usul usul etaminimi yaptım :)

Sevgiler...