Coşkusunu her zaman yüreğimizde hissedeceğimiz Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun.
31 Ekim 2011 Pazartesi
25 Ekim 2011 Salı
Bir Zamanlar Anadolu'da
Üst üste gelen bunca kötü haber arasında sinirlerin bozulmaması mümkün değil. Biraz nefes almak, aklımızı dağıtmak için Cumartesi akşamı Panora'da sinemaya gittik.
Sevgili Görkem, Bir Zamanlar Anadolu'da filmini yazmıştı blogunda. Onu okuduğumdan beri merak ediyordum filmi. Türkiye'de de vizyona gireli 5 hafta olmuş, ha bitti ha bitecek yani. Fırsatımız varken gidelim dedik.
Daha önce hiç Nuri Bilge Ceylan filmi izlememiştim. Bu filmin diğerlerinden daha fazla diyalog içerdiğini ve daha etkileyici olduğunu da söylüyordu herkes. Gerçekten çok etkileyici bir filmdi. Konu için "müthiş, hiç bulunmamış, daha önce yapılmamış" diyemem; fakat anlatım tarzı öyleydi. Bir kere en başından beri o filmin içindeydim ben de. O arabada, çeşmelerin başında, yer sofrasında, soğukta. Sizin hiç bir filmde araba farından gözünüz kamaştı mı? Ya da arabadaki sigara kokusunu duydunuz mu? Öyle gerçek işte..
Konu bir cinayetle ilgili olunca, hele bir de şimşekler çakmaya başlayınca ben de gerildim hafiften. Biraz tedirgin izledim filmi. Ama hiç gerek yokmuş. Öyle yumuşak ama hakiki ve samimi bir film ki...
Sahnelerin her biri fotoğraf karesi aynı zamanda. Filmi saniye saniye bastır, tablo diye duvarlara as. O renkler, ışıklar.. Hele dağlar arasından geçen tren! Çok güzeldi çok...
DVD'si kesinlikle alınacak, mevcut kütüphanemize sığmayan film arşivimize eklenecek. Film bu Cuma vizyondan kalkar diye tahmin ediyorum, Ankara'da 2-3 sinemanın en küçük salonlarında oynuyor çünkü. Süresi 3 saat, ona dikkat.
Kaçırmamanızı dilerim, sevgiler...
Sevgili Görkem, Bir Zamanlar Anadolu'da filmini yazmıştı blogunda. Onu okuduğumdan beri merak ediyordum filmi. Türkiye'de de vizyona gireli 5 hafta olmuş, ha bitti ha bitecek yani. Fırsatımız varken gidelim dedik.
Daha önce hiç Nuri Bilge Ceylan filmi izlememiştim. Bu filmin diğerlerinden daha fazla diyalog içerdiğini ve daha etkileyici olduğunu da söylüyordu herkes. Gerçekten çok etkileyici bir filmdi. Konu için "müthiş, hiç bulunmamış, daha önce yapılmamış" diyemem; fakat anlatım tarzı öyleydi. Bir kere en başından beri o filmin içindeydim ben de. O arabada, çeşmelerin başında, yer sofrasında, soğukta. Sizin hiç bir filmde araba farından gözünüz kamaştı mı? Ya da arabadaki sigara kokusunu duydunuz mu? Öyle gerçek işte..
Konu bir cinayetle ilgili olunca, hele bir de şimşekler çakmaya başlayınca ben de gerildim hafiften. Biraz tedirgin izledim filmi. Ama hiç gerek yokmuş. Öyle yumuşak ama hakiki ve samimi bir film ki...
Sahnelerin her biri fotoğraf karesi aynı zamanda. Filmi saniye saniye bastır, tablo diye duvarlara as. O renkler, ışıklar.. Hele dağlar arasından geçen tren! Çok güzeldi çok...
DVD'si kesinlikle alınacak, mevcut kütüphanemize sığmayan film arşivimize eklenecek. Film bu Cuma vizyondan kalkar diye tahmin ediyorum, Ankara'da 2-3 sinemanın en küçük salonlarında oynuyor çünkü. Süresi 3 saat, ona dikkat.
Kaçırmamanızı dilerim, sevgiler...
Yetmedi mi Artık?
Biz çok güzel bir ülkeyiz.
Bir kere, hayat bilgisi derslerinde bolca öğretildiği üzere, 4 mevsimi yaşayan bir ülkeyiz. Yaz tatili yapmak veya kışın kaymak için illa başka ülkelere gitmemize gerek yok. Her çeşit ürün yetişiyor topraklarımızda, bakliyatından, meyvesine sebzesine. Hiç gerek yok aslında yurtdışından gelen elmalara, muzlara, pirinçlere; ama çeşitlilik de güzel şey. Demek istediğim bizde zaten herşey var, yabancısını alırsak bu canımız öyle istediği içindir.
Ürünlerdeki çeşitlilik gibi insanlarda da çeşitlilik var ülkemizde. Güzel birşey değil midir bu? Hepimizin birbirimizden öğreneceği ne çok şeyimiz var. Ege'de ayrı, Anadolu'da ayrı, Karadeniz'de ayrı ve tabiki Doğu'da ayrı insanlar, kültürler. Hani seyahatten dönen bir kişiye sorarız ya görür görmez, "neler yedin" diye, Ege'ye giden zeytinyağlıları anlatır, Karadeniz'e giden balıkları, Doğu'ya giden kebapları, Akdenize giden salataları, mezeleri. Hepimiz bir oluruz o zaman, "olsa da yesek" deriz. Turistik gezi mekanlarıdır buralar bizim için. Tatilde "değişiklik olsun" diye gezer geliriz. Oraların elektriksiz, susuz, internetsiz oluşu hoşumuza gider. Doğayla iç içe olmaya bayılırız. "Bir ömür geçirebilirim burada" deriz; fakat kısa bir süre sonra sıkılacağımızı da biliriz. Onların buralarda, kısıtlı imkanlarda nasıl ve neler yaşadığını hiç düşünmeden şehirlerimize döneriz.
Oraları terör de vurur deprem de, sel de.. Kışın yollar kapandığı için okula, hastaneye gidemezler, yazın 40 derece sıcakta tarlada çalışırlar. O kadar çok tehlike vardır ki, hepsinden korkacak olsalar sokağa adım atamazlar. Bu yüzden, belki cesaretten, belki cahillikten olan biteni kabullenip hayatlarına devam ederler. Bizlerse onlar yerine de korkarız. Doktor, öğretmen, asker olan çocuklarımızın görev yeri buralarda çıkacak diye ödümüz kopar. İki film, yalnızca iki film yeter buraları özetlemeye, birincisi Nefes: Vatan Sağolsun, ikincisi Güneşi Gördüm (Mahsun Kırmızıgül)
Bir kere, hayat bilgisi derslerinde bolca öğretildiği üzere, 4 mevsimi yaşayan bir ülkeyiz. Yaz tatili yapmak veya kışın kaymak için illa başka ülkelere gitmemize gerek yok. Her çeşit ürün yetişiyor topraklarımızda, bakliyatından, meyvesine sebzesine. Hiç gerek yok aslında yurtdışından gelen elmalara, muzlara, pirinçlere; ama çeşitlilik de güzel şey. Demek istediğim bizde zaten herşey var, yabancısını alırsak bu canımız öyle istediği içindir.
Ürünlerdeki çeşitlilik gibi insanlarda da çeşitlilik var ülkemizde. Güzel birşey değil midir bu? Hepimizin birbirimizden öğreneceği ne çok şeyimiz var. Ege'de ayrı, Anadolu'da ayrı, Karadeniz'de ayrı ve tabiki Doğu'da ayrı insanlar, kültürler. Hani seyahatten dönen bir kişiye sorarız ya görür görmez, "neler yedin" diye, Ege'ye giden zeytinyağlıları anlatır, Karadeniz'e giden balıkları, Doğu'ya giden kebapları, Akdenize giden salataları, mezeleri. Hepimiz bir oluruz o zaman, "olsa da yesek" deriz. Turistik gezi mekanlarıdır buralar bizim için. Tatilde "değişiklik olsun" diye gezer geliriz. Oraların elektriksiz, susuz, internetsiz oluşu hoşumuza gider. Doğayla iç içe olmaya bayılırız. "Bir ömür geçirebilirim burada" deriz; fakat kısa bir süre sonra sıkılacağımızı da biliriz. Onların buralarda, kısıtlı imkanlarda nasıl ve neler yaşadığını hiç düşünmeden şehirlerimize döneriz.
Oraları terör de vurur deprem de, sel de.. Kışın yollar kapandığı için okula, hastaneye gidemezler, yazın 40 derece sıcakta tarlada çalışırlar. O kadar çok tehlike vardır ki, hepsinden korkacak olsalar sokağa adım atamazlar. Bu yüzden, belki cesaretten, belki cahillikten olan biteni kabullenip hayatlarına devam ederler. Bizlerse onlar yerine de korkarız. Doktor, öğretmen, asker olan çocuklarımızın görev yeri buralarda çıkacak diye ödümüz kopar. İki film, yalnızca iki film yeter buraları özetlemeye, birincisi Nefes: Vatan Sağolsun, ikincisi Güneşi Gördüm (Mahsun Kırmızıgül)
Biz maalesef bu güzellikler içerisinde yaşamayı öğrenemedik. Veya daha önce biliyorduk; ama unutmaya, köprüleri yıkmaya o kadar hazırdık ki. Bencilleştik de sanki, hep "önce ben" demeye başladık. Paramız arttı evet, daha çok kazandık. Bazı haklara paramız olursa daha çok sahip olacağımızı sandık. Hem değer verdik, hem aşağıladık parayı, "10 lira noolcakki" dedik. O 10-20-30 liraların birilerinin günlük yemek içmek, elektrik, su parası olduğuna aldırmadan.
Çok uzaklaştık birbirimizden, sadece kötü şeyler olduğunda başlarımız oralara döndü. Küstürdük kendimize.
Depremden sonra çeşitli tepkiler oluştu biliyorsunuz. Herşeyden önce orada can çekişenler insan. İçlerinde polise taş atan bir grup da olabilir, etnik kökeni farklı grup da. Dileyelim ki bu olay onların da insan olduğunu, bu ülkenin vatandaşı olduğunu, daha iyi evlerde, koşullarda yaşama, okuma hakları olduğunu bize hatırlatması için bir fırsat olsun. Tekrar birleşsin kalplerimiz.
Ve tabiki hepsine geçmiş olsun, ölenlere Allah rahmet eylesin...
Çok uzaklaştık birbirimizden, sadece kötü şeyler olduğunda başlarımız oralara döndü. Küstürdük kendimize.
Depremden sonra çeşitli tepkiler oluştu biliyorsunuz. Herşeyden önce orada can çekişenler insan. İçlerinde polise taş atan bir grup da olabilir, etnik kökeni farklı grup da. Dileyelim ki bu olay onların da insan olduğunu, bu ülkenin vatandaşı olduğunu, daha iyi evlerde, koşullarda yaşama, okuma hakları olduğunu bize hatırlatması için bir fırsat olsun. Tekrar birleşsin kalplerimiz.
Ve tabiki hepsine geçmiş olsun, ölenlere Allah rahmet eylesin...
19 Ekim 2011 Çarşamba
17 Ekim 2011 Pazartesi
Just for Fun
1- Şimdi Google Translate'i aç
3- Çeviriyi oku :)
Hayat sürprizlerle dolu...
2- Türkçe'den İngilizce'ye çeviri kısmına "Mahmut Tunçer" yaz
Hayat sürprizlerle dolu...
Pazar Kahvaltısı
Kahvaltı benim için en önemli öğünlerden birisi, hele ki haftasonları. Saatlerce sofrada oturmaya bayılıyorum. Bu pazar de ofisten bir arkadaşımızın nişanını kutlamak için Kale'ye Zenger Paşa Konağı'na gittik.
Zenger Paşa'ya benim ikinci gidişim. Her ikisinde de yediğim herşeye bayıldım. İlk gittiğimizde hava güzeldi, balkonda oturmuştuk. Bu sefer içeride oturduk, sobanın yanında.. Hepsinin keyfi ayrı. En kısa zamanda ailelerle cümbür cemaat gitmeyi umuyorum. Resimleri de o zaman paylaşırım artık..
Kahvaltı = Mutluluk :)
Zenger Paşa'ya benim ikinci gidişim. Her ikisinde de yediğim herşeye bayıldım. İlk gittiğimizde hava güzeldi, balkonda oturmuştuk. Bu sefer içeride oturduk, sobanın yanında.. Hepsinin keyfi ayrı. En kısa zamanda ailelerle cümbür cemaat gitmeyi umuyorum. Resimleri de o zaman paylaşırım artık..
Kahvaltı = Mutluluk :)
6 Ekim 2011 Perşembe
Bir Efsane : Steve Jobs
Apple'ın CEO'su, teknolojide devrim yapan, küçücük ekranlara dünyaları sığdıran insan dün gece vefat etti. Büyük insanlar neden hep böyle erken göçüyor, daha yapabilecekleri çok şey varken..
Apple ile geç tanıştım ben, geçen sene iphone4 ilk çıktığında Sevgilim hediye etmişti. Hani insanların listelere isim yazdırdıkları dönemde yılbaşı hediyesi olarak almıştı bana. iphone'dan önce cep telefonu benim için sadece cep telefonuydu. Konuşma ve bazı notları alma amaçlı kullandığım, mesajı bile çok nadir gönderdiğim bir alet. iphone kullananlara da sinir olurdum. Ne öyle ellerinde bir ekran gözler kilitlenmiş. Öyle olurdu ki, yazlıkta 6-7 kişi masada oturuyoruz, herkesin elinde bir iphone, herkes birbirine video izletir, faceden yazışır. Gerçekten aynı masada oturan insanlar face'den mesajlaşırdı. Bu tür kullanımlar beni soğutmuştu iphone'dan.
Ancak Sevgilinin hediyesiyle bütün bunları yutup ben de kullanmaya başladım. Boş olduğum bütün vakitlerde o minik ekranda yapacak birşeyler bulduğumu itiraf etsem de yanımda birisi olduğu zaman asla ve asla çantamdan çıkarmadığımı da söylemem lazım. Bakınız bir önceki post : Sana nasıl davranılmasını istiyorsan öyle davran.
Tabiki hepsinin yanısıra, iphone'un büyük bir buluş olduğu yadsınamaz. Aletten çok sisteminden, mantığından bahsediyorum. Apple'ın vizyonundan.. Allah bilir o beynin içinde daha ne planlar, hedefler vardı. Dilerim Apple çalışanları Steve Jobs'un anısına ihanet etmeyecek şekilde şirketin devamlılığını sürdürürler.
Eskiden paylaştığım bir yazıya link vermek istiyorum. Steve Jobs'ın Stanford Üniversitesi'nin açılışında yaptığı konuşma. Gerçek bir hayat dersi. İşte burada.
Vefatının üzerine sanal alemde birçok şey söylenmiş. Ben içlerinden en çok şunu beğendim:
Fajar Jay Fikri: Üç elma insanların hayatını değiştirdi: Adem’in elması, Newton’un elması ve Steve Jobs’ın elması.
Apple ile geç tanıştım ben, geçen sene iphone4 ilk çıktığında Sevgilim hediye etmişti. Hani insanların listelere isim yazdırdıkları dönemde yılbaşı hediyesi olarak almıştı bana. iphone'dan önce cep telefonu benim için sadece cep telefonuydu. Konuşma ve bazı notları alma amaçlı kullandığım, mesajı bile çok nadir gönderdiğim bir alet. iphone kullananlara da sinir olurdum. Ne öyle ellerinde bir ekran gözler kilitlenmiş. Öyle olurdu ki, yazlıkta 6-7 kişi masada oturuyoruz, herkesin elinde bir iphone, herkes birbirine video izletir, faceden yazışır. Gerçekten aynı masada oturan insanlar face'den mesajlaşırdı. Bu tür kullanımlar beni soğutmuştu iphone'dan.
Ancak Sevgilinin hediyesiyle bütün bunları yutup ben de kullanmaya başladım. Boş olduğum bütün vakitlerde o minik ekranda yapacak birşeyler bulduğumu itiraf etsem de yanımda birisi olduğu zaman asla ve asla çantamdan çıkarmadığımı da söylemem lazım. Bakınız bir önceki post : Sana nasıl davranılmasını istiyorsan öyle davran.
Tabiki hepsinin yanısıra, iphone'un büyük bir buluş olduğu yadsınamaz. Aletten çok sisteminden, mantığından bahsediyorum. Apple'ın vizyonundan.. Allah bilir o beynin içinde daha ne planlar, hedefler vardı. Dilerim Apple çalışanları Steve Jobs'un anısına ihanet etmeyecek şekilde şirketin devamlılığını sürdürürler.
Eskiden paylaştığım bir yazıya link vermek istiyorum. Steve Jobs'ın Stanford Üniversitesi'nin açılışında yaptığı konuşma. Gerçek bir hayat dersi. İşte burada.
Vefatının üzerine sanal alemde birçok şey söylenmiş. Ben içlerinden en çok şunu beğendim:
Fajar Jay Fikri: Üç elma insanların hayatını değiştirdi: Adem’in elması, Newton’un elması ve Steve Jobs’ın elması.
Netiket (Netiquette) - Sanal Görgü Kuralları
Alıntıdır : http://halklailiskilerci.blogspot.com
Etiket kelimesi Türkçe’de fiyatlandırmanın veya ürün özelliklerinin tüketiciye gösterilmesi için kullanılıyor. Ancak Fransızca’da ve diğer dillerde etiquette kelimesi sosyal yaşamdaki görgü kurallarını anlatıyor ve ticket- yani bilet kelimesinden geliyor. Bir sosyal ortama biletiniz ya da davetiyeniz varsa ancak o zaman giriş yapabilirsiniz. Bunun için de resmi kuralları bilmeniz ve diğer gereklilikleri yerine getirmeniz gerekiyor. Netiket (netiquette) kelimesi ise internet üzerindeki görgü kurallarını anlatıyor. Sosyal medyanın içindeki trafiğe ilişkin de belirli düzenlemeler sürekli tartışılıyor. Görgü kurallarının içinde ağızdan ağıza pazarlamanın da ayrı bir etiketi ve etiği var onun da sınırları ayrı bir tartışma konusu aslında.
Genel olarak etiketin altın kuralı, “size nasıl davranılmasını istiyorsanız siz de öyle davranın”dır. Etiketin olduğu yerde etik kurallar da daha iyi uygulandığı için daha “görgülü” davranmaya çalışmakta yarar var. İnternetteki görgü kullarının en belirgin olanlarını çuvaldızı kendimize batırarak sıralarsak:
Blog için: (http://bloggingwithoutablog.com/)
1. Bir blog yazısını ve diğer yorumları tam okumadan yorum yapmayın.
2. Hiç bir blog yazısında yazarı ve yazılanları aşağılamayın.
3. Birisi sizin bloğunuzu ziyaret ettiyse ve yorum yazdıysa en kısa zamanda siz de onunkini ziyaret edin.
4. Birisi sizin bloğunuza olumsuz bir yorum yazdıysa onu silmekte tereddüt etmeyin.
Facebook için: (http://www.pcworld.com/businesscenter/)
1. Sizi siz gibi gösteren bir profil resmi mutlaka olsun. Olduğunuzdan farklı gözükerek insanları hayal kırıklığına uğratmayın.
2. Profil bilgilerinizde kendinizi çok abartmayın, yalan yanlış yazmayın, istediğiniz kadar bilgiyi koyabilme, istediklerinize gösterebilme özelliği bulunuyor. Özel yaşamınızı mümkün olduğunca gizleyin (evli olduğunuzu yazın ve çocukların isimlerini vermeyin, doğum gününüzü verin ama yılını yazmayın)
3. Çoklu mesaj gönderimlerine cevap verirken sadece mesajı gönderen kişiye cevap verin. Çoklu cevap verdiğinizde “spam” yapmış durumuna düşersiniz.
4. Duvar yazılarınızla haberleşerek program yapmayın, tüm arkadaşlarınızı davet etmiş oluyorsunuz. (Saat 7’de içmeye gidelim diye yazmayın.)
5. Çok az arkadaşınızın anlayabileceği şakalar yapmayın, duvar yazınıza mesajlar atmayın.
6. Facebook’un kendi gerçek yaşamımızın bir uzantısı olduğunu unutmayın ve her zaman kibar ve saygılı bir tonda yazışın.
Ekleme yaparsak;
- Bir kimsenin haberi olmadan onun resmini etiketlemeyin.
- Profil sayfasına gereksiz link atmayın.
- Sohbet ederken mutlaka zamanı olup olmadığını sorun ve kimseyi gerekmedikçe sohbet için rahatsız etmeyin.
- Gerçek yaşamda iyi tanımadığınız birisini sadece ortak arkadaşlarınız olduğu için “arkadaş” olarak eklemeyin, eklerseniz de saygılı bir şekilde nedenini yazın.
- Karşı cinsten tanımadığınız insanları rahatsız etmekten kaçının.
Twitter için: (http://www.themorningnews.org/)
1. Çok kişiyi izliyorsanız ve çok az izleyiciniz varsa siz bir spamcısınız, kimse sizi istemeyecek.
2. Çok sık twit yazarsanız insanlar sizden bıkar.
3. Küçük ve özel diyalogları gizli tutun, başkaları okumasın.
4. Herkes özel günlerinizi ve kutlamalarınıza davetli olmadığı için bunları gizli tutun.
5. Size doğrudan gelen mesajları cevaplamak zorunda değilsiniz, ancak bunun da bir bedeli olabilir- siz yine cevaplandırmaya çalışın.
6. Bir soru sorduysanız mutlaka cevaplandırın.
7. Twitter’da kaba olan gerçek yaşamda da kabadır.
E-postalar için: (http://www.emailreplies.com/)
1. Sadece yazacağınız konuya odaklanın.
2. Her zaman yazılı iletişim kurduğunuzu unutmadan, tüm noktalama işaretlerini ve imla kurallarını kullanın.
3. Size sorulan soruları mutlaka cevaplandırın.
4. Gelen e-postaları mümkün olduğunca en kısa zamanda cevaplandırın, cevaplayamıyorsanız ofis dışındayım yazan otomatik mesaj gönderin ya da yazamama nedeninizi söyleyin. 5. Gereksiz dosyaları eklemeyin. İlla ki bir dosya gönderecekseniz önceden izin alın- karşı tarafın kapasitesini kullandığınızı unutmayın.
6. Uzun cümlelerden, acil ifadesinden, BCC yapmadan toplu mesaj gönderimi yapmaktan her zaman kaçının.
Eğlenceli değil mi? Bilmekte fayda var :)
5 Ekim 2011 Çarşamba
İşte Bu Da Minnoş
Maaşallah deyin, dilinizi ısırın, poponuzu kaşıyın, daha ne varsa yapıverin işte :)
Tulum H&M
Bebiş Yokken Ev Çok Boş
Haftasonumuz çok güzel geçti. Cuma akşamı bir telaş çıktım işten, Sevgili ile buluştuk market alışverişi yaptık. İçkiler vs. aldık, mangal kömürü aldık. Eve gittik, ben tavukları hazırlamaya giriştim, Sevgili de mangalı yaktı. Saat 9-9:30 civarıydı misafirlerimiz geldi İstanbul'dan. Anneciği bebişin altını temizledi, besledi, uyuttu hemen. Biz de etleri pişirdik o sırada. Sofraya oturduğumuzda saat 11'e geliyordu ama olsun :)
Bebiş nasıl tatlı birşeydi. 1,5 aylık şu anda, sesi falan çıkmıyor arada gak guk birşeyler söylüyor, annesi hemen ilgileniyor, uyutuyor. Sakin bir bebekti, gazı olduğunda bile ortalığı ayağa kaldırmıyor, biraz mızmızlanıyor o kadar. Uykusu, beslenmesi herşeyi gayet düzenli şu anda. Evimizde iki gece kaldılar, ben ne gece ağlamasını duydum ne birşey. Gerçi ağlamış ama annesi hemen besleyince sakinlemiş yine.
Nasıl mis kokulu birşey! İnsan öpmeye, koklamaya hem kıyamıyor hem doyamıyor! Bir süre ikimiz de uzaktan izlemekle yetindik. Gitmelerine yakın iyice alışmıştık, hatta ben kucağımda uyuttum bile.
Cumartesi sabahı güzel bir kahvaltı yaptık. Bu arada Hemnes'in çok rahat olduğunu, çok güzel uyuduklarını söylediler. Bebişi de ortalarına almışlar, oooohh :) Onlar gelmeden birkaç saat önce kombiyi yakmıştım ev biraz ısınsın diye. Akşama doğru bir farkettik ki kombi çalışmıyor. Tabi biraz üşüdüler, hava da soğuyuverdi şanslarına. Kahvaltıdan sonra Ankara turu yapmak için Bilkent'e gittik. Çay kahve içtik, kampüs turu yaptık Sonra onlar Ankara turuna devam ederken biz eve döndük ve ben biraz uyudum. Uykusuzluktan hafif ambale olmuştum çünkü. Akşam Balıkçıköy'de buluştuk tekrar. Bebiş de oradaydı, arabasının içinde uyuyordu. Gürültüde bile çok rahat uyuyor, öyle alıştırmışlar. Faydası nedir, zararı var mıdır onu bilemem.
Çok geçe kalmadan eve döndük. Birer Türk kahvesi içtik, minnoş yine kalkıyor besleniyor, yatıyor uyuyor. Kendi halinde, sessiz. Saat 2 civarı biz de yattık, ertesi sabah hep beraber arkadaşlarımıza kahvaltıya gidecektik.
Pazar gününün bir diğer özelliği Evlilik Yıldönümümüz olmasıydı. Belki çok özel bir kutlama olmadı, ya da akşam romantik bir yemeğe çıkmadık; ama hayatım boyunca unutmayacağım bir gün oldu. Sabah kalktık, hazırlandık, önlü arkalı iki araba yola çıktık. Misafirlerimiz eşyalarını da topladılar, Pazar gecesi, kahvaltıya gideceğimiz evde kalacaklardı. Harika bir kahvaltı sofrasına oturduk, bu sırada söylemeden geçemeyeceğim, Superfresh'in Tepsi Böreği muhteşem bir şey. Üzerine yumurta sürüp fırına veriyormuşsunuz. Yapımı bu kadar kolay ama lezzeti harika. 1-2 kutu yedekte bulundurmak lazım.
Kahvaltımızı ettik, 50. çayımızı içtik, sofrayı topladık. Tam çıkalım mı, napalım derken bir baktık ki, üzerinde "1" mumu olan bir pasta geldi yanında şampanyayla. Misafirlerimiz o günün yıldönümümüz olduğunu unutmuşlar. Hatta duyunca da çok üzüldüler, keşke söyleseydiniz, sonraki hafta gelirdik falan dediler; ama biz hep birlikte kutladığımız için çok daha mutlu olduk.
Pazar akşamı ikimiz de pestil vaziyette koltuklara yığıldık. Mangaldan kalan yemeklerle güzel bir sofra kurduk. Saat 8de sarıldık, öpüştük, geçen seneyi andık hep. Bir sene ne kadar hızlı geçti dedik, inanamadık. Büyüdük dedik, güldük..
Bebiş nasıl tatlı birşeydi. 1,5 aylık şu anda, sesi falan çıkmıyor arada gak guk birşeyler söylüyor, annesi hemen ilgileniyor, uyutuyor. Sakin bir bebekti, gazı olduğunda bile ortalığı ayağa kaldırmıyor, biraz mızmızlanıyor o kadar. Uykusu, beslenmesi herşeyi gayet düzenli şu anda. Evimizde iki gece kaldılar, ben ne gece ağlamasını duydum ne birşey. Gerçi ağlamış ama annesi hemen besleyince sakinlemiş yine.
Nasıl mis kokulu birşey! İnsan öpmeye, koklamaya hem kıyamıyor hem doyamıyor! Bir süre ikimiz de uzaktan izlemekle yetindik. Gitmelerine yakın iyice alışmıştık, hatta ben kucağımda uyuttum bile.
Cumartesi sabahı güzel bir kahvaltı yaptık. Bu arada Hemnes'in çok rahat olduğunu, çok güzel uyuduklarını söylediler. Bebişi de ortalarına almışlar, oooohh :) Onlar gelmeden birkaç saat önce kombiyi yakmıştım ev biraz ısınsın diye. Akşama doğru bir farkettik ki kombi çalışmıyor. Tabi biraz üşüdüler, hava da soğuyuverdi şanslarına. Kahvaltıdan sonra Ankara turu yapmak için Bilkent'e gittik. Çay kahve içtik, kampüs turu yaptık Sonra onlar Ankara turuna devam ederken biz eve döndük ve ben biraz uyudum. Uykusuzluktan hafif ambale olmuştum çünkü. Akşam Balıkçıköy'de buluştuk tekrar. Bebiş de oradaydı, arabasının içinde uyuyordu. Gürültüde bile çok rahat uyuyor, öyle alıştırmışlar. Faydası nedir, zararı var mıdır onu bilemem.
Çok geçe kalmadan eve döndük. Birer Türk kahvesi içtik, minnoş yine kalkıyor besleniyor, yatıyor uyuyor. Kendi halinde, sessiz. Saat 2 civarı biz de yattık, ertesi sabah hep beraber arkadaşlarımıza kahvaltıya gidecektik.
Pazar gününün bir diğer özelliği Evlilik Yıldönümümüz olmasıydı. Belki çok özel bir kutlama olmadı, ya da akşam romantik bir yemeğe çıkmadık; ama hayatım boyunca unutmayacağım bir gün oldu. Sabah kalktık, hazırlandık, önlü arkalı iki araba yola çıktık. Misafirlerimiz eşyalarını da topladılar, Pazar gecesi, kahvaltıya gideceğimiz evde kalacaklardı. Harika bir kahvaltı sofrasına oturduk, bu sırada söylemeden geçemeyeceğim, Superfresh'in Tepsi Böreği muhteşem bir şey. Üzerine yumurta sürüp fırına veriyormuşsunuz. Yapımı bu kadar kolay ama lezzeti harika. 1-2 kutu yedekte bulundurmak lazım.
Kahvaltımızı ettik, 50. çayımızı içtik, sofrayı topladık. Tam çıkalım mı, napalım derken bir baktık ki, üzerinde "1" mumu olan bir pasta geldi yanında şampanyayla. Misafirlerimiz o günün yıldönümümüz olduğunu unutmuşlar. Hatta duyunca da çok üzüldüler, keşke söyleseydiniz, sonraki hafta gelirdik falan dediler; ama biz hep birlikte kutladığımız için çok daha mutlu olduk.
Pazar akşamı ikimiz de pestil vaziyette koltuklara yığıldık. Mangaldan kalan yemeklerle güzel bir sofra kurduk. Saat 8de sarıldık, öpüştük, geçen seneyi andık hep. Bir sene ne kadar hızlı geçti dedik, inanamadık. Büyüdük dedik, güldük..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)