29 Kasım 2010 Pazartesi

Bir Resim

Değişik Bir Hediye

Bugün üye olduğum yabancı bloglardan birinde gezerken değişik bir linke rastladım. Alexander & Company isimli şirket çeşitli temalarla ilgili size özel posterler tasarlıyor. Temalardan birisi de düğün tabiki.

Yan resimde gördüğünüz her yazıyı değiştirebiliyorsunuz, sipariş formunda tüm bilgileri soruyor. Ayrıca saç rengi, yazı rengi üzerinde de oynama yapabiliyorsunuz. Düğün temalı tek fotoğraf bu da değil. Web sitesinde kataloğunu bulabilirsiniz.

Biraz pahalı olmakla birlikte yıldönümünüzde Kocanıza veya çok sevdiğiniz bir arkadaşınıza verebileceğiniz çok hoş bir hediye bence...

27 Kasım 2010 Cumartesi

Seni Özlüyoruz Fahriye Abla


Eviniz kutu gibi bir küçücük evdi,
Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi;
Güneşin batmasına yakın saatlerde
Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede.
Yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede;
Bahçende akasyalar açardı baharla.
Ne şirin komşumuzdun sen, Fahriye abla!

Önce upuzun, sonra kesik saçın vardı;
Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı.
İçini gıcıklardı bütün erkeklerin
Altın bileziklerle dolu bileklerin.
Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin;
Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla.
Ne çapkın komşumuzdun sen, Fahriye abla!

Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,
En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.
Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın,
Hâlâ dağları karlı Erzincan'da mısın?
Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;
Hâtırada kalan şey değişmez zamanla.
Ne vefalı komşumdun sen, Fahriye abla! 
 
Ahmet Muhip DRANAS

Aklıma Mukayyet Ol!

 
Dün ofisteyken Tchibo'nun bu haftaki temasına bakasım geldi ve yılbaşı ürünlerinin satışa çıktığını görmüş bulundum!! O andan itibaren aklımda sadece temada olan kurabiye setini almak vardı. Setin içinde 1 adet çam ağacı, 1 adet kurabiye adam, 1 adet kardan adam kurabiye kalıbı, ayrıca kurabiyelerin üzerine yazı yazmak için harf baskı seti vardı. Hemen internetten almak istedim, bir türlü üye olamadım. Ben de bugün Cepa'ya gitmeyi kafama koydum.

Sabah Sevgilimin önerisiyle Cepa'daki Tchibo'yu arayıp elerinde ürün olup olmadığını sordum, varmış, 2 adet ayırmalarını istedim. Yaklaşık 1 saat sonra mağazadaydım. Bir koşu kurabiye setlerimi aldım (2.set annemler için), bir de benmari kasesi aldım, rahatladım :) Vaktim varken mağazaları gezeyim dedim ve ilk olarak Boyner'e girdim. Allah'ım girmez olaydım!!!!

Boyner'de dolaşırken içimden sürekli "Allah'ım aklıma mukayyet ol" dedim durdum.  Ne güzel şeyler yapmışlar yine, resimleri aşağıda. İnsan kendi evini daha bir delice süslemek istiyor, gördüğü her kırmızı şeyi almak istiyor. Önümüzdeki ayın daha zor geçeceğinden korkuyorum...



Sevgiler...

23 Kasım 2010 Salı

Mutluluk Evimizde

Önümüzdeki bayrama evliyiz derken Kurban Bayramı da geldi geçti işte. Çeşitli planlar yapmıştık bu bayram için, kimisi oldu kimisi olmadı; ancak ilk bayramımızı evimizde çok güzel bir şekilde geçirdik.

Bayramdan önceki cuma günü ben mesaiye kalıyordum, bu yüzden Sevgilimden 3 saat geç gittim eve. Kapının önüne geldim, bir baktım içeride ışık yok. Görebildiğim her odaya baktım ama ışık yok. Aradım Sevgilimi, geldi kapıyı açtı. İçeri girmeme izin vermeden önce gözlerimi kapattırdı sımsıkı, ışıklar zaten kapalı! El yordamıyla mutfağın önüne kadar geldim. "Şimdi aç gözlerini" dedi ve bir baktım ki yemek masamız gelmiş!!!!! Nasıl güzel olmuş, nasıl yakıştı evimize!!! Sandalyelerin döşemesi de pek şık olmuş. Duvarlarla harika bir uyum içerisinde. O akşam masamızda ilk yemeğimizi yedik :)

Cumartesi günü çalışıyordum. 14:00 civarı işten çıkıp eve geldim, biraz sonra da ablam ve babam geldiler. Ablamların Gaziosmanpaşa'da aydınlatma mağazaları var. Lambalarımızı, avizelerimizi oradan seçip beğendik. Cumartesi günü yemek masamızın avizesi, salonumuzun abajurları ve mutfağımızın plafonyeri takıldı. Evimiz bayrama hazır hale geldi; ama diyorduk ki "bir de halımız olsa". Salonda idare eden, en azından sıcak tutan bir halımız var, bir de yemek masasının altında olsa... Pazar günü Çukurambar'daki Zen Halı'ya gittik. Deri halılardan birini çok ama çok beğendik, halının altı tamamen deri, üstü de dana tüyü. Küçük küçük karelerden oluşuyor, karelerin her biri kahverenginin farklı tonu, ve bu küçük kareler birbirine deri ile bağlanmış. Gerçekten şık bir halı. Pazartesi günü eve getirmeleri için sözleştik. Bu halının yanında salon için beğendiğimiz birkaç modeli daha getireceklerdi.

Halımızı seçtikten sonra Türk Japon Vakfı'na düğün fotoğraflarımızı almaya gittik. Biz tüm gün çekim yaptırdığımız için deli gibi fotoğrafımız var tabi. Fotoğrafların ve düğünün montajsız çekiminin hepsini kopyalamak saatler aldı. Çıktığımızda hava kararmıştı artık.

Pazartesi günü ben yarım gün çalışıyordum. Sevgilim beni işe bıraktı, Siteler'e gidip mobilyacıdan sehpalarımızı aldı, iş çıkışı buluştuk, bayram için evimize likör takımı aldık, birkaç halı mağazası daha gezdik ve evimize döndük. Biraz sonra Zen Halı'dan geldiler. Yemek masasının altına halımızı serdik hemen, çok güzel oldu. Salon için istettiğimiz halılarsa pek hoşumuza gitmedi.

Bayram bol bol gezmelerle geçti. Aileler, akrabalar, komşular derken çok gezdik. Perşembe akşamı ise iki dünür aile :))) bize akşam çayına geleceklerdi. Benim hazırlıklarım 1-2 gün öncesinden başladı tabi. Önce ne yapacağım düşüncesi, sonra nasıl yapacağım korkusu :) Neyse ki, biraz ucu ucuna da olsa tatlılarımı, tuzlularımı yetiştirdim. Pırasalı tart, peynirli maydonozlu milföy böreği ve kakaolu kek yaptım. Annem patatesli poğaça, Aylin Ablam da elmalı poğaça getirdi. Çayımızı içtik, sohbetler ettik, düğün fotoğraflarımıza baktık, eğlendik.

İşte bayram böyle eğlenceli, sımsıcak ve evimizi güzelleştirmekle geçti. Havanın çok güzel ve sıcak olmasına rağmen evimizi bırakıp gezmeye tozmaya bile çıkmak istemedik. Resimleri de en kısa zamanda ekleyeceğim. Paris'te de hava çok soğukmuş aldığım duyumlara göre, kih kih kihh...

11 Kasım 2010 Perşembe

Yeni Sayfalar

Bugün bir heves yeni bir sayfa açtım blogumda (bkz.Yemeklerimm). Amacım gerçek anlamda sıfırdan başlayan yemek tecrübelerimi paylaşmaktı; ancak sayfamı oluşturup da ilk kaydımı göndermeye çalışınca farkettim ki; buraya normal bloga yaptığımız gibi aklımıza estikçe post gönderip ekleme yapamıyoruz. Zaten yardım sayfasındaki şu cümle de herşeyi özetliyor "Blogger sayfaları, blogunuzdan bağlantı verilen bağımsız sayfalarda statik bilgiler yayınlamanıza izin verir" Yanlış anlamıyorsam bu, sayfaya bir bilgi ekliyoruz ve sayfa o bilgiden ibaret oluyor demek.

Sevgili google ve sevgili blogger, şöyle birşey yapsanız güzel olmaz mı? Sayfa eklentisi yapan blogcular yeni kayıt oluşturdukları zaman ve "Kaydı Yayınla" ya bastıkları zaman "Kaydınızın hangi sayfada yayınlanmasını istersiniz" gibi bir soru sorulsa da seçim yapsak. İsteyen sayfasını yine statik kullansın banane...

Bence güzel olur.

9 Kasım 2010 Salı

Dönüş

Eveeet, eğlenceli haftasonumuzun ve pazartesi günkü iznimin ardından bugün işbaşı yapmış bulunuyorum.

Ofis olarak çeşitli aktiviteler yapmak çok güzel, insanların birbirini daha iyi tanıması güzel. Cuma akşamı saat 5 gibi çıktık ofisten havaalanı yollarına dizildik. Uçak zaten bizim ofisle doluydu, yanyana oturduk hepimiz. Antalya'ya inip otele ulaştığımızda saat 9'a geliyordu. Tabiki hemen açık büfeye daldık. Yeme içme faslının ardından Cumartesi günü yapılacak turnuvaların çekilişi için amfi tiyatroda toplandık. Şansımıza grubumuzdaki her iki takım da Almanya'dan çıktı - ilk maçı Duesseldorf, ikincisini Hamburg ile yaptık. Cuma gecesi içme seanslarıyla devam etti. En güzeli de gece 12'deki çorba seansıydı :)

Cuma gecesi geç yatmış olmamıza rağmen Cumartesi sabahı erken kalktık, saat 8'de kahvaltıya indik. İlk maçımız için formalarımızı giydik ve sahaya gittik. Duesseldorf'u 2-1 yendik, Hamburg'a ise 2-0 yenildik. Ben maçlarda pek fazla oynayamadım maalesef. Antrenmanlarda attığım güzel servisler burada fileyi bile geçemeyince moralim bozuldu. Kazandırdığım birkaç sayı var tabiki de, ben daha aktif olmayı isterdim. Hamburg maçında ise maçın daha ilk dakikasında tırnağım kırılmaz mı?? Tırnaklarım uzun değildi; ama topa ters vurdum herhalde. Tabi hemen çıktım, yarabandı aramaya başladım. O sırada da oyun aktı gitti. Yine de o formayı giymek, takıma katılmak bile çok güzeldi :)

Gruptan çıkma şansımızın kalmadığını görünce (Duesseldorf Hamburg'u yendi bu arada) öğle yemeğine, oradan da deniz kenarına geçtik. Güneş ışıklarının ısınmamıza yetmediğini farkeder farketmez odalarımıza çıktık, akşam için hazırlanmaya başladık. Bu arada benim makyaj çantamı evde unutmuş olmam ve bunu havaalanı yolunda farketmem gerçekten üzücüydü. Neyseki bütün kızlar aynı katta kalıyorduk.

Cumartesi gecesi ödül töreni ve ardından Beach Party vardı. Gece yarılarına kadar dans ettik, içtik, güldük, çok ama çok eğlendik. Gerçekten çok keyifli bir gün oldu. Pazar günü serbest zamandı. Biz de "Ankara'nın denize hasret gençliği" olarak kahvaltı sonrası tüm günümüzü plajda geçirdik. Epey de yandık bu arada!!

Akşam 20:45 uçağıyla Ankara'ya hareket ettiğimizde 2 günlüğüne gelmiş gibi değil, 1 haftadır buradaymışız gibi hissediyordum. Pazartesi günü izin almış olmam, 10'a kadar uyuyup keyiflli keyifli banyo yapmam, öğleden sonra gelecek misafirlerim için alışverişe çıkmam ve anneciğimle kısır yapmamız, minik prensesimiz evimizde küçük küçük adımlar atması o günü unutulmaz kılmaya yeterdi.

Bir de -bütün gün keyif çatmaktan yemek yapamadığım için- akşam ilk kez çorba yaptım. Tarhana çorbası yapmak üzere işe başladım ama evde tarhana olmadığını anlayınca kıymalı şehriye çorbasına döndü olay. Bence lezzetli de oldu, hele limon sıkınca çok güzel oldu, tam hastalık çorbası :)

Bu arada düğün siteleriyle bağlarımı hala koparamadım, şu sitede de çok sevimli bir evlilik teklifi gördüm - Ruffled

5 Kasım 2010 Cuma

Kısa Bir Mola

Bugün ofis olarak haftasonunu geçirmek üzere Antalya'ya gidiyoruz, çok heyecanlıııı...

Bu her sene düzenlenen bir etkinlik. Ofisimizin bağlı olduğu şirketin dünyanın birçok ülkesinde ve şehrinde ofisleri var. Her sene, tüm dünya ofisleri, bir ülkede gerçekleştirilen etkinliğe katılıyorlar. Bu sene de bizim ofisimiz düzenliyor ve Antalya'da yapılıyor.. 3gün boyunca yeme-içme-gezme ve spor!

Yarın gün boyu futbol ile voleybol turnuvaları olacak. Ben de voleybol takımındayım!! 2 haftadır Pazar günleri ODTÜ'de buluşup antrenman yapıyoruz. Bu haftanın başından beri de ofisin bahçesinde voleybol oynuyoruz. Formalarımız bile hazır, üstünde isimlerimiz yazıyor. Çok heyecanlıyım, umarım ilk maçta elenmeyiz de tadını çıkarabiliriz biraz.

Antrenmanlarımızın ne seviyede olduğunu şu diyalogdan çıkarabilirsiniz:

M: Bu kızlar ne yaptığını zannediyor?!!??
A: Niye ne oldu?
M: Ağacı adam zannedip ağaca atıyorlar topu, adam mı o ağaç ağaç çam ağacı!!!
A: :)))))))

Bayıldım yaaa!!!... Kesin kupayla dönüyoruuuzz!!

2 Kasım 2010 Salı

En Güzel Hediye

Bugün 1. ay dönümümüz... Tam 1 aylık evliyiz bugün.

Herkes böyle mi hisseder bilemiyorum ama ben düğün stresini, heyecanını ancak atabildim. Balayındayken düğün kabusları görüp durdum, kanter içinde uyandım sabahları. Sonra ofiste bilgisayar başında sürekli blogları okudum, "şunu da yapabilirdim, bunu da yapabilirdim" diye. Allah'tan "yapmasaydım" dediğim bir şey olmadı. İnsan o "prenses" modundan da çıkamıyor. Herşeyin odağı olma, tek olma psikolojisine çabuk alışıyor. Mesela işe başladığım ilk hafta iş çıkışı dolmuşa gidiyordum. Karşıdan karşıya geçeceğim, ileriden de bir araba geliyor. Geçsem geçerim ama hızlı da geliyor. Ben "naapsam" tereddütü içindeyken araba kornasının sonuna kadar basıp beni durdurdu zaten. Ben de içimden "şimdi gelinlikli olsaydım durup yol verirdin amaa..." diye düşündüm.

İnsan herkes düğünü konuşsun, sorsun istiyor. Herkese tekrar anlatayım o günü baştan sona, anlatırken de yaşayayım istiyor. Ya da bir tek bana mı oluyor bilmiyorum?? Aylarca kafa yorduktan, düşündükten, özendikten sonra 3-4 saat içerisinde herşeyin bitmesini sindiremiyorum belki de. Ama bu hisler, bu duygu yoğunluğu da zamanla hafifliyor ve "normal insan" pozisyonuna geri dönülüyor sonunda. Artık ben de normal hayatıma dönmüş bulunmaktayım. ama 1. aydönümümüzde de anmadan geçmek istemedim.

Ev hayatına alıştık sayılır. Zaten alışmama gibi bir lüksünüz yok. Balayından dönünce bavuldan çıkanları yıkamakla başlıyor işler, "akşama ne yiyeceğiz", "bardaklar yıkanmış mıdır acaba", "koltuğun üstündeki kutuları indirmeli oturacak yer yok", "bir tane tencere kirlettik makinede kurumasın elde yıkayıveririm hemen..." derken bir bakıyorsunuz ki ev işleri ciddi ciddi başlamış. Bunların hepsini keyif alarak yapmak güzel, beraber yapmak daha da güzel. Sevgilinin "ben daha önce hiç havuç soymadım kiii" demesi güzel, "bu süpürge nerden çalışıyooo" demesi güzel, hayalini kurduğun günleri yaşamak çok ama çok güzel. Akşam yorgunluk çayını Kocacığın elinden içmek de çok güzel. Ama hepsinden güzeli birbirimizin nefeslerini dinleyerek uyumak, uykunun ortasında yanındakinin tekmesiyle uyanmak (çoğunlukla tekme atan ben oluyorum) ya da pazar sabahı Kocacığın çaktırmadan kalkıp kahvaltı için tepsi pizzası araması... :)

Evlilikle ilgili benim en büyük korkum yemek yapma faslıdır. Diğer her işi severek yaparım, ütü yapmaya bile bayılırım. Aslında yemek yapmayı da severim, nasıl yapılacağını bilsem... İş başa düşünce ister istemez öğreniliyor işte. Dün akşam da kabak yemeği yapmıştım, kıymalı. Sevgilim yemeği öyle sevdi öyle sevdi ki ikinci tabağı istedi. Bu da benim için en güzel aydönümü hediyesi oldu tabi :)))