27 Ekim 2010 Çarşamba

2010 Hedefleri ve 100. Kayıt

2010'a girerken ballandıra ballandıra anlatmıştım "bu sene şunu yapacağım bunu yapacağım diye". İşte senenin sonuna yaklaşıyoruz. Yazımda anlattıklarımın neredeyse hiçbirini yapmamıştım; fakat bugün ilk adımı attım. ALES Sonbahar Dönemi için başvuru yaptım, yaklaşık 2 ay sonra (19 Aralık'ta) sınava gireceğim. Bu ilk sınavdan çok ümitli değilim, üniversitenin üzerinden 5, lisenin üzerinden 10 sene geçti. Hızlı test çözme becerilerim günden güne köreldi. Nerde kaldı ÖSS günleri... Ancak bir deneme yapacağım en azından bu yolda adım atmış olduğum için mutluyum.

ALES sınavı 3 sene geçerli. Düğün koşturmacasını yeni atlatmışken, yeni ev düzenine alışmaya çalışıyorken "master'da yapacağııımm" diye büyük hayaller kurmuyorum, en geç 2012'de başlarım diye düşünüyorum, bakalım kısmet. O zamana daha önemli işlerim olur belki ;)

100. blog kaydımı bu güzel habere ayırdığım için mutluyum.

Sevgiler...

25 Ekim 2010 Pazartesi

Tüm İzleyicilerime


Düğün telaşları nedeniyle bir türlü fırsat bulamadım; mutluyum çünkü izleyicilerimin sayısı 10'a çıktı :)))
Beni başından beri takip eden ve takibe yeni başlayan tüm izleyicilerime çok ama çook teşekkür ediyorum. Bana çok büyük moral kaynağı oluyorsunuz...

Blog'umdan pek kimseye bahsetmediğim için 10 izleyici benim için büyük bir sayı.
Hep beraber nice 10'lara...

Sevgilerr...

20 Ekim 2010 Çarşamba

Yeni Bir Hayat

Düğünden sonra, Pazar sabahı 9 civarı uyandık, yeterince yorulmamışız demekki :) Mutfağa indim, tabi eşyaların çoğunluğu kutuda, çay matiğimizi çıkardım, anneciklerimiz en sevdiğimiz kupalarımızı getirmişler evlerden, birer sabah kahvesi yaptım. Balayına gideceğimiz için dolap da bomboş, ikimiz de acıkmışız deli gibi.

Balayı uçağımız taaa akşam 7de olduğu için o günkü programımız aileleri gezmekti. Dedik ki, madem evde yiyecek birşey de yok bari annelere gidelim ve annemlere gitmek için hazırlanmaya başladık. Bavullardan, kutulardan üstümüze giyecek birşeyler bulduk. Derken sağımıza baktık, solumuza baktık, ayakkabı yok!! Kimse ikimizin de ayakkabılarını getirmemiş!! "Allah'tan düğünde ayakkabı giymiştik" deyip gelin ve damat ayakkabılarımızı geçirdik ayaklarımıza :)

Annemler kahvaltı ediyorlardı biz gittiğimizde. Tabiki her misafirin yapması gerektiği gibi biz de zili çaldık, annem açtı kapıyı. Kılığımızı görünce de güldüler. Biz hemen kahvaltı sofrasına yumulduk, düğünü konuştuk, güldük... Bir ara saate bakayım diye kafamı uzattım, saat 6:20. "aa saat durmuş" dedim, saatimiz de babaannemden kalma kurmalı bir duvar saati. Meğersem Cumartesi akşamı evden çıkma sırasında birisi saate çarpmış ve saat eğilince duruvermiş... Çok ilginç bir tesadüf değil mi? Hoşuma gitti :)

Kocacığım keyif kahvesini içerken ben de odama çıkıp balayı bavulumu hazırladım. Tabiki ayakkabılarımı aldım ve evden çıkıp kocacığımın bekarlık evine gittik. Orada da kocacığım eşyalarını toplarken biz oturduk annemlerle, düğün sohbeti ettik, kahve içtik. Evden çıkınca havaalanına uçtuk, oradan da Bodrum'a.

Balayımızı kısaca geçmek gerekirse, Pazar akşamı Bodrum'a indik, Pazartesi günü Bordum'u gezdikten sonra feribotla Datça'ya geçtik. Cumartesi akşamına kadar Datça ve büklerini gezebildiğimiz kadar gezdik, Hayıtbükü'nde denize girdim, çok fotoğraf çektik, Cumartesi akşamı feribotla Bordum'a döndük, Pazar günü Bodrum Kale'sini gezdik ve gece uçağa binip Ankara'ya döndük. Eğlenceli bir balayı oldu, gittiğimiz heryeri çok sevdik. Datça'yı mutlaka gezin ama biraz daha yoğun ve hareketli döneminde gidin. Temmuz-Ağustos çok sıcak olabilir, Eylül ideal!! Çünkü Ekim'de yat turları bitmiş oluyor artık ve Datça'yı gezmenin midenize en az zarar verecek yolu yat gezisi. Yolları o kadar kıvrımlı ki, kıvrımları dar bir S düşünün, sonra ondan arka arkaya 10-15 tane ekleyin, onun gibi birşey. Ancak manzara süper, temiz hava süper, büklerdeki deniz süper. Mutlaka gidin, gidince de bizim otelimizde kalın,
Fora Apart Otel.

Daha yazacak ne çok şey vaarr....

15 Ekim 2010 Cuma

Heyecan Dorukta


Ve biz arabalara doluşup Türk Japon Vakfı'na doğru yol almaya başladık. Sabahtan o ana kadar aşırı bir heyecan yoktu içimde. Sanki başkasının düğünüymüş de ben de davetliymişim gibi hissediyordum; ancak herkes beraber evden çıkıp, bizi arabaya bindirip anneciğime, babacığıma ve Özüşüme el sallayınca durum bana dank etti. Bir anda her yerimi ateşler sarmaya başladı, gözler tabiki yine doldu.

Yol boyunca güle oynaya, sarıla öpüşe gittik. 18:45 civarında Türk Japon Vakfı'nın önündeydik; ancak bizden önceki düğünün tebrik safhası henüz bitmemişti. Her yer çok karanlık bu nedenden. Bizi arka yoldan gelin odamıza doğru götürdüler. Yol boyunca fotoğrafçılar ve kameralar çekti bizi. O anları pek hatırlamıyorum desem inanır mısınız bana??

Gelin odamıza girer girmez garsonlar içki ve kanepe servisi yaptılar. Benim heyecandan gözüm birşey görmezken bir baktım ki, Sevgilim almış tabağı kucağına yumulmuş :)) Ardımızdan arkadaşlarımız ve Gülseren Hanım geldi, 2-3 sefer daha yürüyüş provası yaptık. Benim o boyuma uygun, güzel gelinliğim sürekli ayakkabıma takılmaya başlamaz mı!! Zannedersiniz hiç boy ölçüsü falan aldırmamışım!! Öyle bir takılmak ki adım atamıyorum. Provalardan sonra gelinliği tekrar giymeme karar verdik, çünkü üzerime tam oturmamıştı. Bu sırada bizim ofisten kızlar geldiler provayı izlediler, el sallaştık uzaktan ve saat 19:30 oldu, kapıların açılma saati...

Ben koştur koştur gelin odasına girdim, Dilek ve Gülce de peşimde, erkekleri çıkarttık odadan ve kızlar tekrar giydirdiler beni. Bu sefer tam oldu gerçekten de, yürürken hiç sıkıntı çekmedim. Giyinirken ne kadar zaman geçtiğinin farkında değildim, kafamı kaldırdığımda saat 19:50 idi. Şuram iyi mi buram iyi mi diye konuşurken arkadaşlarımızı salona yönlendirdi Gülseren Hanım, ben de fırsattan istifade bir kadeh beyaz şarabı diktim kafama. Aynı anda da giriş müziğimizi duymaya başladım.

O dakikada Gülseren Hanım'la göz göze gelip, "bu gerçek mi, başladı mı?" diye sorduğumu hatırlıyorum!!! Ve işte müziğimiz: Roméo et Juliette - Aimer

Juliette solosunu söylemeye başladığında kapılar açıldı ve Melih dışarıya çıktı. Onun ardından ben çıktım dışarıya, kalbim güm güm. Herkes alkışladı, ayağa kalktı ve biz yavaş yavaş yürümeye başladık. Salon öyle tıklım tıkış kalabalık değildi; ama tam bizim istediğimiz gibi tüm sevdiklerimizden oluşuyordu. Yürürken bir yandan müziğe ayak uydurmak istiyordum ama müziği duymak ne mümkün, kulaklarımdaki tek ses kalp atışlarım... O yol hem çok kısa hem de çok uzun geldi, insan her duyguyu bir anda yaşayabilir mi? Şuşucuğum'la göz göze geldik yürürken, birbirimize gülümsedik kocaman. Ve işte merdivenlerin başındaydık.
Merdivenlerden çıkmadan önce ikimiz de duracaktık, ben iki elimle eteklerimi tutacaktım ve ben önden, Melih 1-2 basamak arkamdan çıkmaya başlayacaktık. Durduk, eteklerimi topladım, birinci basamağı çıktım; ama bacaklarım tir tir titriyor ve bastığım yer merdiven mi, boşluk mu asla anlayamıyorum. İkinci basmağı çıkmak için harekete geçtiğimde yerdeki bacağım zangır zangırdı. Ayağımı yere koyarken yan basmamla elimi Melih'e uzatmam bir oldu. Allah'tan o anda onun da bütün dikkati benim üzerimdeydi ve hemen belimi tuttu. Ondan güç alınca hemen toparlandım ve üçüncü basamağı rahat bir şekilde çıktım. Heyecan, açlık ve beyaz şarap birleşince böyle etkileri olabiliyormuş demekki...

Merdivenlerimizi çıkıp masamıza oturduk, nikah memurumuz geldi. Şu an net olarak hatırlayamıyorum; ama Melih'in söylediğine göre o kadar ayarlamaya çalışmamıza rağmen biz masaya oturduğumuzda müzik bitmemiş hala ve sesini kısmak zorunda kalmışlar. Ben heyecan içerisinde bir salona bir nikah memuruna bakıyorum. Önce nikah şahitleri davet edildi, onları görmek bile beni rahatlattı biraz. Malum konuşmaların ardından memur bey bana dönerek sorusunu sormaya başladı. Hani bazen hissedersiniz ya ağzınızı açsanız bile sesiniz çıkmayacaktır, ben de öyle hissettim (zaten sesim hala kısık) ve memur bey konuşurken hafifçe "ıhm" yaptım. Soruyu bitirdiğinde mikrofona yaklaşıp "EVET" dedim. Memur Sevgilime de sordu aynı şekilde ve o öyle güzel "EVEETT" diye bağırdı ki... Şahitlerimize sordu, bizi karı-koca ilan etti, defterlerimizi imzaladık ve kocacığım beni öptü. O anda üzerimize beyaz balonlar yağmaya başladı, ikinci müziğimiz çalmaya başladı : Cher - It's In His Kiss

Nikah memurumuzla da el sıkıştık, aile cüzdanımızı teslim etti bana ve fotoğraf bölümüne geldi sıra. Şahitlerimizle de fotoğraflarımızı çektirdik, artık salondan çıkma vakti. Tabi balonları görünce benim miniğimin çocuk olası tuttu yine, balonlarla oynaya oynaya, patlata patlata çıktı salondan...
Gelin odasına döndüğümüzde heyecanla karışık bir ağlama tuttu beni... Garsonlar su getirdiler, biraz içtik ferahladık, ya evliydik artık ötesi var mı!!??? Tüm konuklar da salona çıkınca Güseren Hanım bizi de yönlendirdi, Düğün Marşı eşliğinde salona çıkıp şarkımızla ilk dansımızı yaptık : Neil Sedaka - You Mean Everything To Me

Bundan sonrası eğlenmeye kalmıştı artık. Tebrikleri kabul etme faslından sonra baktık ki herkes donuyor, masalar içeri taşındı. Tabi bu sırada birkaç kişi soğuktan etkilenip gitmişti bile, buna üzüldüm gerçekten... Gece boyunca biz çok eğlendik, güldük, dans ettik, herkes de eğlenmiş. Size birkaç fotoğraf daha :)

Çıkışta da evimizin yakınındaki bir bar olan drunk'a gittik arkadaşlarımızla. Orada da eğlendik, dans ettik ama en önemlisi birşeyler yedik!! Yediklerimiz patates kızartması ve sosisten ibaretti ama olsun. Saat 2 civarında drunk'ın kapanması, içilen içkilerin çarpması sonucu eve teslim vaktinin geldiğini anladık. 5 dakikalık mesafede olan sitemize çıktık, yolumuzun başında durdu arabamız. Kocacığım beni aldı kucağına, almasıyla indirmesi de bir oldu "bu ne kadar ağırmışş" diye. "Peki" dedik, "eve kadar yürüyeyim madem, ama kapıdan sen sokacaksın" anlaşma sağlandı, ben evimizin önüne kadar yürüdüm, kapıda Kocacığım kucağına aldı beni ve kapıdan öyle girdik. İşte bunlar da onun resimleri :))

Daha sonrası da bize kalsın di mi ;)))

14 Ekim 2010 Perşembe

Ve Tarih 2 Ekim 2010

Sonunda beklenen gün geldi çattı, takvimler 2 Ekim'i gösterdi.

Sabah saatimi 8'e kurmuş olmama rağmen 7:30'da kalktım. Daha kimseler uyanmamıştı. Etraf sakinken banyomu yaptım, kremlerimi süründüm, ooooh rahatladım. Düğün öncesi çok istememe rağmen hamama gidememiştim, ev keyfi yaptım böyle. Ben hazırlanana kadar annem ve babam da kalkmışlardı, annem sofrayı kurmuştu bile. Ben hemen yumuldum tabi kahvaltıya, o sırada kardeşim ve Akay da kalktılar. Akaycık beraber olalım diye Başkut'u da uyandırdı.

Saat 9 olmuştu ki kapımız çalındı, gün boyu fotoğraf çekimimizi yapacak olan sevgili Dilekciğimiz geldi. Nasıl tatlı, nasıl neşeli bir kız. Gün boyu öyle ısındık ki birbirimize ve öyle çok güldük ki... Gelir gelmez de başladı kahvaltı sofrasında aile fotoğraflarımızı çekmeye. O sırada Akay ve Başkut, Akaycığımın taa Amerika'dan getirdiği hediyemizi verdiler, çok güzel bir tablo. Sarıldık, öpüştük, ağlaştık derken evden çıkma vaktimiz geldi. Saat 10'da Hülya Hanım makyaj için bekliyordu beni, biraz rötarla 10:20 gibi yanındaydık.

Kısa bir cilt bakımının ardından Hülya Hanım bir ressam gibi sanatını işlemeye başladı. İşte birkaç resim:


İşte son halim böyleydi. Tabi kendimi aynada görünce önce ne tepki vereceğimi bilemedim... Hayalimdeki makyaj bu değildi açıkçası; ama renkleri de beraber seçmiştik... Kahve tonları kullanıldığında belirsiz duruyordu. Biraz canlı olsun istiyordum tabi ama bu da çok abartılı geldi. Hülya Hanım saatler geçtikçe daha doğallaşır dedi; ne kadar olduysa oldu artık. Biz Dilek'le kuaföre gitmek için ayrılırken kardeşim ve Akay makyajlarını yaptırmaya başladılar.

Diğer taraftan annemin kuaförde işi bitmişti. Açıkçası benim hatam düğün öncesi koşturmacalarından ne saçımı ne de makyajımı doğru düzgün düşünememek ve prova ettirmemek oldu. Makyajda Hülya Hanım'a çok güveniyordum o ayrı, saçta ise istediğim çok basit bir topuzdu. Nişanda da bir kuaföre gidip topuz istediğimi söylemiştim ve gayet şık olmuştu. Düğün için gittiğim kuaföre de çok güveniyordum; ama yanımda resim falan götürmedim işte. Duvağımı çıkardım, nasıl bir topuz istediğimi anlattım; ama yok adam anlamıyor!!.. Birşeyler yapmaya başladı sonunda (aynı anda manikür ve pedikürüm yapılıyor) 5-10 dakika sonra aynaya bir baktım ki, kafamda kuş yuvaşı gibi birşey!!... Benim sinirlerim bozuldu tabi, içimden ağlamak geliyor, makyaj bozulacak diye kendimi kasıyorum. Dilekciğim o anda da yardımıma yetişti işte, verdi telefonunu facebook'a bağlandım ve nişandaki topuzumun resmini gösterdim. Adam anladı sonunda, söküp baştan yaptı topuzu. Güzel de oldu, beğendim şahsen :))

Bu koşturmaca içerisinde saat 1:30 oldu. Planımıza göre 1:30'da Melih beni evden alacaktı, fotoğraf çekimi için. Ama biz o saatte kuaförden yeni çıkabildik, kardeşim ve Akay kuaföre yeni geldiler, anneminse makyajına yeni başlanmıştı. Tabiki onları beklemeyip Dilekle Zurnacığımıza atladık ve eve gittik. O kocaman duvakla araba kullanmak gerçekten zordu; ama bir o kadar da eğlenceliydi. Herkes dönüp dönüp bakıyordu falan :)

Eve gider gitmez birşeyler atıştırdık, bir yandan da annemler gelse diye oyalanıp duruyordum. Ama zaman da geçiyordu maalesef ve giyinme vakti geldi. Dilek sağolsun o konuda da yardımıma koştu hemen, beni giydirdi bir güzel. O sırada biricik Şuşucuğum da geldi, annem gelmiş kadar rahatladım... Saat 14:30 olduğunda müstakbel kocacığım beni almak için kapının önündeydi...

Kapı açılıp da beni görünce çok şaşırdı, çok beğendi, sarıldı bana, öptü. Bense ağlamaya başladım onu görünce, ikimizin o halde olmasına inanamadım bir anda... Gelin buketimi verdi, çok şık bir orkide buketi, öyle zarif olmuş ki... Kapıda birkaç fotoğraf çektirip arabaya yöneldik. İşte arabaya binmeden önceki halimiz:

Bu sırada benim canım arkadaşım, biricik kardeşim dharmacığım aradı taaa İsveçlerden. Ben onun sesini duyarım da ağlamadan durabilir miyim?? Hemen gözlerden akmaya başladı yaşlar, kırmızı gözlü ve burunlu bir fotoğrafım bile var. Biz siteden ayrılmadan annem, babam, kardeşim ve Akay yetiştiler Allah'tan, görebildiler beni...

Fotoğraf çekimimizi benim işyerimin önündeki parkta yaptık. Şimdi diyeceksiniz ki hangi deli işyerinin önünde düğün fotoğrafı çektirir; ama durum göründüğü gibi değil. Bu parkın bir ismi yok, öylesine park işte, yıllar önce ikimiz de öğrenciyken bir şekilde burayı keşfettik ve vaktimizi hep burada geçirir olduk. İnsana huzur veren, küçük bir havuzu, ahşap köprüleri olan sevimli bir park. Park bir apartmanın arkasında kalıyor, biz gidip gelirken o apartmanı ev zannederdik hep ve ne şanslı insanlar derdik. Hayal kurardık, şu balkonda parti versek falan diye. Meğer o apartman benim şimdiki işyerim değil miymiş?? Bunu farkettiğimde mutlu olmuştum, lafı uzatmayayım, fotoğraf çekimimiz için de en uygun yerin burası olacağını düşündük işte. Hatta biz düğünümüzü orada yapmak istiyorduk da o konuya girmeyeyim :)

Parkımızda 2-2:30 saat boyunca Dilek ve Serkan'la (Melih'in gün boyu fotoğrafçısı) fotoğraflar çektik. Kah donduk, kah Melih terledi (beni kucağına aldığı fotoğraflarda), çok güldük, çok eğlendik. Parkın diğer tarafında bir çocuk yuvası var; ama yuvaların Cumartesi günleri açık olduğunu bilmiyordum. Bizi gören çocuklar parmaklıklara üşütüler mi "aaa geliiiiiiinnn" diye. Uzun süre tezahürat yaptılar; ama bizim içimiz rahattı, kapı kapalı ya nasılsa. Derken, hangi akıllı bilmiyorum, demir kapıyı açmasıyla, bütün çocuklar çığlık çığlığa bir yayıldı bizim parka. Öğretmenler toparlamaya çalışıyor ama o saatten sonra zor tabi. Miniklerin kimisi geldi kibarca mutluluklar diledi, kimisi de Melih'e gidip gelini öpebilir miyim diye sordu!!?? Çocuklar bir şekilde toparlanıp gittikten sonra çekimlerimize devam ederken davul ve zurna sesleri yaklaşmaya başlamaz mı?? Allah'ım diyoruz normal günde bir insan geçmez buradan, herkes bugünü mü buldu!! Davulcu ve zurnacı bizi görmediler ama yakınlarımıza kadar geldiler, uzun uzun da çaldılar, oynattılar bizi :)Çekimlerimizin sonuna doğru kuzenimin eşi (düğün arabamızın sahibi ve şöförü) ile Melih'in çocukluk arkadaşı/nikah şahidi de geldiler yanımıza, birkaç kare de birlikte çektirdik ve bizim (artık annemlerin) eve doğru yola çıktık. Bu sırada akrabalar ve eş dost da bizde toplanmışlardı, annem ve babam içkiler, kuruyemişler, cipsler hazırlamışlardı, herkes halinden memnundu. Biz de gelince ortama dahil olduk, birşeyler atıştırma fırsatı bulduk. Tabi o saatte benim sesim çok çok kötüydü. Herkes şarap vb. içerken ben ballı karabiberli ıhlamurlar, limonlar içip durdum.

Aile içi takı merasiminden sonra saat 18:00'i vurduğunda evden çıkma vaktimiz gelmişti. Biz önden, herkes arkadan arabamıza yürümeye başladık. Kısa bir vedalaşma anında gözler doldu yine, burunlar aktı :) Dilekciğim bu güzel anların hepsini yakaladı sağolsun...

Ve biz ömür boyu sürecek birlikteliğimize doğru yolculuğumuza başladık... Devamı yarına artık :)

12 Ekim 2010 Salı

Bitti Bileee

Eveet, geldi geliyor derken bu sabah kalktığımızda 10 günlük evli bulduk kendimizi. Düğünden önceki 1 hafta ile birlikte şu 15 günü nasıl anlatsam bilmiyorum ki... Öyle bir koşturmaca, öyle bir heyecan...

En son nikah şekeri telaşında kalmışız. 1-2 gün ne yapsak diye döndük durduk, blogunu takip ettiğim birkaç kişiyle telaş içerisinde yazışmalar yaptım. Bir arkadaşımın tavsiyesiyle İstanbul'dan Caramel Istanbul firmasına ulaştım, resimdeki sabunlardan yaptıralım bari dedim. Normalde teslim süreleri 3-5 iş günü olmasına rağmen stokta sabun kalmaması nedeniyle düğünümüze yetiştiremeyeceklerini söylediler. Hal böyle olunca Sevgilim de "nikah şekeri yaptırmayalım o zaman" dedi, yaptırmadık. Eksikliğini hissettik mi?? Hiç... Misafirler hissetti mi? Bilemem :)))


Nikah şekeri maceramızı bu şekilde kapattık ve beyaz eşya sayfamızı açtık. Aslında beyaz eşyalarımızı geçen seneden seçmiştik. Seçtiklerimizin üzerine çok yeni bir model de çıkmamıştı; iş sadece gidip almaya kalmıştı. Bir süre fiyat alternatiflerini araştırdık, ama o beyaz eşyaların alımı son güne kadar uzadı. Düğünden önceki Çarşamba-Perşembe-Cuma izinliydim. Çarşamba gözümü açar açmaz Electroworld'e gidip aldım beyaz eşyaları. Perşembe günü eve teslim ettiler, Cuma günü montajı yapıldı. Montaj maceralarımızı ayrıca anlatacağım.


Evet o hafta hızlı başladı. Pazartesi günü çiçekçi ile görüştük, gelin buketimi ve araç süslemelerini konuştuk, Salı günü gelinliğimin son provası vardı, öğle arasında ofisimizin 3. geliniyle birlikte (bu sene bizim ofiste 3 düğün vardı, ilki benden önce, ikincisi ben, üçüncüsü de benden sonra Zeynepciğimin düğünü) La Bianca'ya gittik, gelinliğimi denedim, tamam dedim ve Cuma öğlen teslim almak üzere ütüye bıraktım. Bu arada Pazartesi veya Salı akşamı yemek masamızın siparişini vermek üzere Siteler'e gittik. Ofisimizin ahşap işlerini yapan çok tatlı bir ustamız var onunla konuştuk, anlaştık ve yapımını başlattık.


Perşembe sabahı boğazımda bir ağrıyla kalktım. Resmen boğazımın tam ortasında kocaman bir yumru vardı, üstelik sesim de çatallaşmıştı. Zaten günlerdir koşturmaktan, sıcağa girip soğuğa çıkmaktan halsizleşmeye başlamıştım, perşembe itibariyle iyice hasta oldum. Hava da yağmurlu ve soğuk mu! Kazak üstüne ceket giyip dolaştım. O gün fondöten almak için makyajcım ile Tekin Acar'da buluşacaktık. Fondöten'e bakalım, fara bakalım derken oracıkta makyaj uygulaması yaptılar. Bir gözüme kahverengi bir gözüme de gri mavi far sürdüler. Orada aynada bakarken kahverengi çok soluk ve belirsiz göründü gözüme, gri mavi biraz renk verdi, iyi oldu gibime geldi. Fondötenimizi alıp çıktık Tekin Acar'dan ve 2. seans ampul uygulaması için Hülya Hanım'ın mekanına gittik. Yüz bakımından sonra bir de sırt bakımı yaptı, yumuşacık olup çıktım.


Perşembe günü baba tarafından kuzenim Akay, sırf düğün için gelecekti taa Amerikadan. Hülya Hanım'la da işimiz bitince, kaloriferi en sıcakta açıp, doğru havaalanına yöneldim. Uçağın inmesini beklerken de Gloria Jeans' Coffee'de bir tost yedim. Akay'la sarıldık, kucaklaştık ve evimize gittik. Bu sırada annemler eşya taşıma işini sürdürüyorlar tabiki :) Akşam, Melih'de işten çıkıp bize gelince, GOP'taki Palet Pastanesi'ne gittik modellere bakmaya. Daha önceden konuşmuştuk, o akşama tüm modelleri hazır edeceklerdi. Ben bu pasta işini de anlamadım zaten, Palet'e daha önce gittiğimizde önümüze bir kitapçık koydular, "modellerimiz bunlar" diye, hepsi de nasıl çirkin, nasıl şekilsiz... Madem modeller bunlar, seçelim dedik ve 2 modeli işaretledik. İlgili kişiye gittiğimizde ne dese beğenirsiniz?? Kitapçıktaki modellerin hiçbirisi yokmuş ellerinde!!! "Eeeee??" diyerek bakakaldık tabi... Neyse, Perşembe akşamına ellerindeki modelleri hazırladılar bize göstermek için, onlardan birini beğendik. Tesadüf pastanın çiçek süslemesi benim gelin buketimle aynıydı, orkidelerden oluşuyordu. "Bu olsun" dedik ama maketin her yeri kırık dökük!!.. Cuma akşamına hazır edeceklerine söz verdiler, "tamam" deyip çıktık boynumuz bükük.


Benim içimden geçen Cuma gününe hiçbir iş bırakmamaktı. Zaten sabahtan Türk Japon Vakfı ile görüşecektik, sonra ben gelinliğimi almaya gidecektim, başka da birşey yapmam, dinlenirim, hamama giderim diye düşünüyordum. Tabiki öyle olmadı :D


Cuma sabah 10'da Türk Japon Vakfı'na gittik, Gülseren Hanım'la provalarımızı yaptık. Ben gelin ayakkabımı da götürmüştüm yanımda. Müziklerimiz belliydi, kısaca detayları konuştuktan sonra yürüyüş provalarına geçtik. Prova aşamasında bile o kadar heyecanlandık ki, ellerimiz terledi. Bir hızlı bir yavaş yürüyerek müziğimizi ayarlamaya çalıştık, sonuçta bir doğru bir yanlış tamamladık provamızı. Türk Japon Vakfı'ndan çıkınca koşa koşa La Bianca'ya gidip gelinliğimi aldım. Sevgilim arabada bekliyordu; ama kılıfın içinden görmedi tabi gelinliği :) O kocaman kılıfları arabaya sığdırmaya çalışmak ne büyük zevk... Allah isteyen herkese nasip etsin...

Hemen gittim gelinliğimi astım eve. O sırada yeni evimize beyaz eşyaların montajı için gelmişlerdi, koşa koşa çamaşır makinesi dersimi dinlemeye gittim. Teknik servis elemanı makineni bakımını vs anlattı, ben notlar aldım, sonra çalıştırmaya başladık. Makine gayet güzel de çalışıyor, "bir de boşaltmaya bakalım" dememizle makinenin içindeki bütün sular borudan taşarak yerlere akmaya başladı!!! Ben hemen elime bez, vileda, ne bulduysam aldım, yerleri silmeye başladım. 5-10 dakika bekledik kurusun diye, eleman o sırada boruyu söktü tekrar taktı, "yine deneyelim" dedik, bütün sular yine taştı. "Biz sucuyu arayalım makineyi anladık zaten" dedik ve diğer beyaz eşyalara geçtik.

Teknik servis elemanı mikrodalga fırını gösteriyordu ki, Sevgilimin yüzü duvara dönük vaziyette öööylece durduğunu farkettim. "Hayatım nooldu, gelsene" demem üzerine "buradan birşey akıyor" dedi ve bir baktık ki çamaşır makinesinin borusunun içinde kalan sular duvardan akmaya başlamış. Yine bir telaş ve panik ama yapacak birşey yok. Babam "siz balayındayken biz sucuyla hallederiz" dedi, zaten başka çare yok. Düğünden sonra Pazar sabahı kalktığımızda o duvar boydan boya kabarmıştı :((

Cuma günümüz bu yoğun tempo içerisinde geçerken saatler de ilerliyordu, hava kararmıştı. Akay ve Cuma sabahı gelen diğer kuzenim (Akay'ın ağabeyi) Başkut evde iki başlarına otururlarken biz sokaklardaydık. Annemler babama smokin almak için Armada- Panora dolaşıyorlardı mesela!! En son, saat 7 gibi, kardeşimi maniküre bıraktım ve ben eve döndüm. İyi ki de dönmüşüm, yengemler ve Gizemler, minik Ada ile geldiler, onlarla oturduk. Tabi bu sırada sesimin nasıl olduğunu sormayın bile... Konuşmayı yasakladılar bana, ıhlamur üzerine ıhlamur içirdiler :)

Günün yorgunluğunun etkisiyle gece bile o kadar hızlı geçti ki, evimde, yatağımda son gecem olduğunun farkına varamadan uykuya daldım. Böylesi daha iyi olmuştur belki kim bilir...