Soner Yalçın'ın okuması aylar süren kitabından sonra romana susamış olmalıyım ki, Chris Cleave'in Küçük Arı isimli kitabını bir çırpıda bitirdim. Küçük Arı, Nijerya'lı küçük bir kızın kaçak olarak geldiği İngiltere'de yerleştirildiği mülteci merkezinden ayrılmasıyla yeniden başlayan bir hikayenin öncesini ve sonrasını anlatan etkileyici bir kitap.
Kitabın üzerinde de yazdığı gibi bütün büyü olayların akışında, bu yüzden konuya ve içeriğe pek fazla giremiyorum. Nijerya'daki petrol savaşları hikayenin temelini oluşturmakta ve hiçbir ilgisi olmadığı halde bu savaşların ortasında kalan bir halk. Bu kitabı okurken şunları hissettim, bugün gerçekten modern (ve her gün daha da modernleşen) bir dünyada yaşıyoruz. Bilgisayarlarımız, telefonlarımız, arabalarımız, evlerimiz, kıyafetlerimiz, hepsi birbirinden yeni, lüks, bol fonksiyonlu ve tabiki organik! Ama bu pembe tablonun arkasında çok fazla gözyaşı, hasret ve acı var. Kullandığımız benzinde Nijeryalı ailelerin, giydiğimiz spor ayakkabıda çocuk işçilerin ve kim bilir daha nerelerde kimlerin gözyaşları var.
Peki bu kadar acıya değer mi, gerçekten yani.. Tabiki taş devrinde kalmayalım, teknoloji, bilim, tıp hepsi gelişsin ama başka yolu yok mu bunun? Bu para hırsı, nereye kadar.. Hala bu kadar iyimser olacak kadar kendi küçük dünyamda mı yaşıyorum yoksa? Ama şu da var, bir yandan bu güzelim ülkeler saçma sapan hırslar için talan edilirken, diğer yandan yardım fonları, gıda yardımları ile tüm dünyaya destek çağrısı yapılıyor. Oysa ki herkesi kendi halinde bırakmak en iyisi değil mi? Biz dünyayı beslemek için kendi besinlerimizin GDOsuyla oynarken onlar manyoklarıyla çok mutlu.
Kitaptan epey etkilendiğimi düşünüyorum, çünkü bitirdiğimin akşamında bir rüya gördüm. İşyerindeymişim ama dışarı çıkmışım, dışarıda kocama bir pazar yeri varmış ve nasıl kalabalık. Alanın bir kısmının üstünde de çatı varmış, bir bakıyorum bu çatının üzerine bir adam çıkmış, elinde bir tüfek. Bir anda her yere ateş etmeye başlıyor rastgele. Sağımda solumda insanlar ölmeye başlıyor, ben aralardan kaçmaya ve çatının altına girmeye çalışıyorum. Bir yandan da içimden "Allah'ım ben de vurulsam da bu acı bitse diyorum"
Derken uyandım, saat sabahın 5'iydi. İçim sıkıldı, hayatlarının bir gününde dahi olsa böyle bir ortamda, bu korkuyla yaşayan insanları düşündüm. Çok uzağa gitmeye gerek yok, güneydoğumuzdaki askerler, köylüler de aynı durumdalar ve o anda sıcacık yatağımızda olduğumuz için ne kadar şanslı, dünyada ne kadar azınlık olduğumuzu düşündüm.
Kitaba geri dönecek olursak, anlatım dili konu kadar etkileyici değildi; ancak bu kötü çeviriden kaynaklanabilecek bir durum da olabileceği için yorum yapmak istemiyorum. Bir de kitabın sonu daha iyi yazılabilirdi bence. Yine de Küçük Arı okunması gereken, insanı bir duygu seli içinde sürükleyen bir kitap. Tavsiye edilir...
Kitabın üzerinde de yazdığı gibi bütün büyü olayların akışında, bu yüzden konuya ve içeriğe pek fazla giremiyorum. Nijerya'daki petrol savaşları hikayenin temelini oluşturmakta ve hiçbir ilgisi olmadığı halde bu savaşların ortasında kalan bir halk. Bu kitabı okurken şunları hissettim, bugün gerçekten modern (ve her gün daha da modernleşen) bir dünyada yaşıyoruz. Bilgisayarlarımız, telefonlarımız, arabalarımız, evlerimiz, kıyafetlerimiz, hepsi birbirinden yeni, lüks, bol fonksiyonlu ve tabiki organik! Ama bu pembe tablonun arkasında çok fazla gözyaşı, hasret ve acı var. Kullandığımız benzinde Nijeryalı ailelerin, giydiğimiz spor ayakkabıda çocuk işçilerin ve kim bilir daha nerelerde kimlerin gözyaşları var.
Peki bu kadar acıya değer mi, gerçekten yani.. Tabiki taş devrinde kalmayalım, teknoloji, bilim, tıp hepsi gelişsin ama başka yolu yok mu bunun? Bu para hırsı, nereye kadar.. Hala bu kadar iyimser olacak kadar kendi küçük dünyamda mı yaşıyorum yoksa? Ama şu da var, bir yandan bu güzelim ülkeler saçma sapan hırslar için talan edilirken, diğer yandan yardım fonları, gıda yardımları ile tüm dünyaya destek çağrısı yapılıyor. Oysa ki herkesi kendi halinde bırakmak en iyisi değil mi? Biz dünyayı beslemek için kendi besinlerimizin GDOsuyla oynarken onlar manyoklarıyla çok mutlu.
Kitaptan epey etkilendiğimi düşünüyorum, çünkü bitirdiğimin akşamında bir rüya gördüm. İşyerindeymişim ama dışarı çıkmışım, dışarıda kocama bir pazar yeri varmış ve nasıl kalabalık. Alanın bir kısmının üstünde de çatı varmış, bir bakıyorum bu çatının üzerine bir adam çıkmış, elinde bir tüfek. Bir anda her yere ateş etmeye başlıyor rastgele. Sağımda solumda insanlar ölmeye başlıyor, ben aralardan kaçmaya ve çatının altına girmeye çalışıyorum. Bir yandan da içimden "Allah'ım ben de vurulsam da bu acı bitse diyorum"
Derken uyandım, saat sabahın 5'iydi. İçim sıkıldı, hayatlarının bir gününde dahi olsa böyle bir ortamda, bu korkuyla yaşayan insanları düşündüm. Çok uzağa gitmeye gerek yok, güneydoğumuzdaki askerler, köylüler de aynı durumdalar ve o anda sıcacık yatağımızda olduğumuz için ne kadar şanslı, dünyada ne kadar azınlık olduğumuzu düşündüm.
Kitaba geri dönecek olursak, anlatım dili konu kadar etkileyici değildi; ancak bu kötü çeviriden kaynaklanabilecek bir durum da olabileceği için yorum yapmak istemiyorum. Bir de kitabın sonu daha iyi yazılabilirdi bence. Yine de Küçük Arı okunması gereken, insanı bir duygu seli içinde sürükleyen bir kitap. Tavsiye edilir...
"Barış insanların birbirlerine gerçek adlarını söyleyebilecekleri bir zamandır."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder