29 Aralık 2009 Salı
Cafe Anki Efsanesi
25 Aralık 2009 Cuma
Yeni bir yıılll
21 Aralık 2009 Pazartesi
Atık Yağ Hattı
Evlerimizde, restorantlarda, otellerde ve aklınıza gelebilecek her yerde kızartma yapmak için kullandığımız yağların 1 litresi tam 1 milyon litre suyu kirletiyormuş. Yıllık, kullanılan ve lavabolara dökülen - dolayısıyla denizlere, nehirlere ulaşan, içme suyumuzu, denizlerimizi kirleten, yediğimiz balıkları zehirleyen- yağ tam 350 bin ton!!! Diğer bir deyişle bir yılda kirlenen su miktarı 350.000 x 1.000.000 (bunda da 6 sıfırı atsak ya, hesaplamak mümkün değil) !!!
Tablo bu kadar karamsarken; "adamcağızın biri biodizel üretmek maksadıyla 6 milyon dolar harcayıp bir fabrika kurmuş.Otellerden, bilhassa fast foodculardan olmak üzere lokantalardan, okullardan, evlerden KENDİ ARAÇLARIYLA yağ toplayacak...Ve bunları yakıta çevirecek... Hattı da var. 444 28 45. Arıyorsun geliyorlar.Yok... Bidonu ben kendim vereceğim, üstelik bidon başına şu kadar para vereceğim diyor...Yok...Garanti Bankası devreye giriyor, bidon başına şu kadar bonus yüklenecek kartınıza diyor... Yok...KİMSE TOPLAMIYOR!Hemen hemen bütün lokantalar, bütün oteller, bütün okullar, bütün kışlalar yılda 350 bin ton yağı şakır şakır lavaboya döküyor... Okulundan, oteline, lokantasından askerine HERKES yapıyor bunu!"
7 Aralık 2009 Pazartesi
Güzel bir Haftasonu
26 Kasım 2009 Perşembe
İç Hesaplaşma
24 Kasım 2009 Salı
Azimli bir Anne
İşte karşınızda azimli bir anne. Hayatın ona verdiklerine ve getirdiklerine DUR deyip kendi hikayesini yazmak, kendini en sade ama en zor şekilde mutlu etmek isteyen bir anne. Şu anda ise 50 pound (23 kilo civarı) vermiş olduğu için çok mutlu olan ve bunu tüm sevenleriyle paylaşmak isteyen bir anne.
Bu güzel gelişmeyi kutlamak için blog'unda bu habere yorum yapan kişiler arasından 26 Kasım tarihinde bir çekiliş gerçekleştirilecek ve kazanan kişi amazon.com'dan 50$ tutarında hediye çekinin sahibi olacak.
Lynn'in bu güzel hikayesine siz de katılın, ayrıca çıkmaz demeyin, şansınızı deneyin, yorumunuzu ekleyinn..
7 Kasım 2009 Cumartesi
Dekorasyon İşleri ve Duvar Kağıtları
24 Ekim 2009 Cumartesi
Mevsim Rüzgarları
23 Haziran 2009 Salı
Yaz Geliyoooo
Havalar ısınıyor, güneş pırıl pırıl parlıyor ve evet yaz geliyoorr!!
Yaz kelimesi bile insanın içini ısıtıyor; insan kumsalda güneşlendiğini, serin sularda yüzdüğünü hayal ediyor hemen. Kısa bir süre sonra da uzun yaz tatillerinin öğrencilik yıllarında kaldığını, güneş altında tüm gün yatıp esmerleşmenin ise ozon tabakasının delinmesinden ve küresel ısınmadan önceki zamanlarda kaldığını hatırlıyor. Yine de elbiseler, terlikler ortaya çıkıyor, paltolar dolabın en derinlerine gömülüyor, daha noolsun!!
Mevsim geçişlerinde bir halsizlik çöküyor üzerime. Uykuya düşkünlüğüm artıyor, ki öyle çok uyku meraklısı değilimdir, sabah sürünerek çıkıyorum evden, akşam da sürünerek geliyorum. Gün boyunca konsantre olamıyorum, hiçbir şeyi ciddiye almıyorum, eve geldiğimde yemek yer yemez uyukluyorum. Ya 2 haftadır Disko Kralını izlemek istiyorum, onu bile bekleyemeden koltukta uyuyakalıyorum. Bunun birçok sebebi olabilir tabiki; ama ben öncelikle mevsime yoruyorum.
Bu sabahtan itibaren bir karar aldım, kahvaltımla birlikte bir kaşık bal yiyeceğim. Evde bana özel bir bal kavanozum bile var. Aynen resimdeki Pooh gibiyim işte :) Düşündüğüm zaman gün içerisinde hiç şeker almadığımı farkettim. çay-kahve şekersiz, çikolata falan çok nadir zaten, e başka da nerden alınır ki şeker. Tamam meyvede de var ama o başka. Sonuç olarak bir de kendimi böyle denemeye karar verdim. İlk gün için şu an kendimi epey iyi hissediyorum.
Balı her zaman için herkese öneririm. Tüm hastalıklara birebir. Bal kadar faydalı besin çok az. Benim tatlı Sevgilim ise arılardan korktuğu için onların yaptığı bir şeyi de yemek istemiyor. Bu yüzden balı ağzına sürmüyor. Öyle ki, yemeğin içinde 1 kaşık bile bal olsa kokusunu alıyor. Ben çoğunlukla onu ikna etmeye çalışıyorum, diyorum ki; "ilerde bebişin de bal yemesi gerekecek; ama o babam yerse yerim diyecek. O zaman da mı yemeyeceksin?" Sevgilim de konuya farklı bir açıdan yaklaşıyor, "ben bu yaşıma kadar yemedim, bir zararını da görmedim. O da yemese noolur?" diyor. Kimbilir anneciği, küçükken ona ne ballar yedirmişti :) Bal yemeden büyüyen çocuk olur mu yaa???
Eveeet, yaz diyorduk. Yaz kokusunu çok severim.. Biçilmiş çimler, açan hanımeli çiçekleri, güller, dallardan sarkan meyveler. Evimizin bahçesinde çok güzel ve lezzetli bir erik ağacımız var. Arka bahçemizde de kiraz (yoksa vişne mi? hep karıştırıyorum.. ama heralde kiraz). Ayrıca sitemizde bol bol karadut ağacı var. Karadutu ağaçtan yemeye bayılıyorum ve mucizevi bir şekilde Sevgilimle evimizin bahçesinde de Karadut ağacımız var :)) Arka bahçemizde de koooooooocaman bir ceviz ağacımız. Karşı komşu şikayet ediyormuş yaprakları bahçesine düştüğü için.. Şapşal adam en azından bahçen biraz yeşil görünür sırf toprak yerine.. Neyse..
Binbir koku içerisinde bahçede oturup nescafe veya bira içmek, gazete, kitap, dergi okumak paha biçilemez. Asıl yaz bu işte.. Gecenin serinliğinde bahçeyi sulamak, köpüşü dolaştırmak, kahve içmek, sırtına hırka almak ve bir de tabiki başını Sevgilinin omzuna koyup uyuklamak..
Çok az kaldı çooookkk az.. Herşey güüzeel ooolacaak!!!...
1 Haziran 2009 Pazartesi
Alışverişş
Farkedileceği üzere blog'umu ihmal etmeye başladım bile. Bunun çeşitli nedenleri var tabi; işlerin yoğunlaşması ve Sevgilimin askerden dönmesi gibiii... Evet, 2 hafta önce döndü Sevgilim askerden ve böylece kooskoca bir defter kapanmış oldu. Şimdi ise bambaşka telaşlara yönelmemiz gerekiyor, eşya alımı gibi.
Sevgilim yokken ben tek başıma dolaşmamıştım, istemiyordum yani, ama dün 365 alışveriş merkezindeki Electroworld'e gittik birlikte. Electroworld'ün güzel tarafı tüm markaların olması ve fiyatlarının uygunluğu tabiki. Gerçi en az 15 yıl ömrü olan beyaz eşyaları bu tür bir mağazadan almak ne derece akılcı olur bilmiyorum. Bu tür alışverişlerde bireysel ilişkiler daha önemlidir ya veya sonrasında daha fazla avantaj sağlayabilir ya, onun için satış bayiinden almak daha doğru olur diye düşünüyorum. Neyse, sonuçta biz modelleri incelemek için gittik dün.
Beyaz eşya kullanımı konusunda, buzdolabından atıştırmak dışında pek tecrübesi olmayan bir insan olarak şunu söyleyebilirim ki; yerli üretim veya ithal tüm eşyalar çok minik, çok dar. Bir çekmeceler var, 1karış. Buzdolaplarının rafları plastik, oyuncak gibi.. Bulaşık makinelerinin içi minnacık. 2 tencere sığmazmış gibi geliyor. Bize sağolsun çok yardımcı olan görevli kıza da söyledim, eşyalar barbi evinden alınmış gibi... Ya da bilemiyorum belki mağaza çok büyük olduğu için gözüme öyle göründü. Sonuçta herkes kullanabiliyorsa demek ki makul ölçülerde.
Electroworld'de biz dün özellikle Siemens'in modelleri üzerinde durduk; çünkü indirimler sayesinde Siemens ve Arçelik birbirine çok yaklaşmış fiyat olarak. Ama, gerçekten de şöyle birşey var, Arçelik'in buzdolabı kadar güzel bir iç yerleşim hiçbir marka ve modelde yok. 365'te Arçelik'in mağazası ayrıydı ve bizimle ilgilenen görevli pek hoş bir insan değildi açıkçası. Yani insan bir ürünü tanıtır değil mi? Çamaşır makinesi soruyoruz, eliyle "bunlar" diye gösteriyor. Ben de biliyorum onlar olduğunu! Benim Canım Sevgilim, Arçelik olmasını istemiyor bir türlü; ama ne yalan söyleyeyim iç tasarım ve malzemenin dolgunluğu olarak en sağlam ve tok görünen Arçelik. E, etrafımızda kullananlar da var ve çoğunluğu memnun sonuçta. İşte öyle bakalım, şimdi biz biraz eleme yaptık ama son söz annelerin tabi. Bir gün annelerle beraber gider dolaşırız. Tabi bu "bir gün"ün önümüzdeki 2 hafta içinde olması lazım, çünkü KDV indirimi 15 Haziran'da bitiyormuş. Ben her zaman 30 Haziran'da bitecek diye düşünüyordum ve çok rahattım; ama böyle olunca biraz tutuştuk tabi.
Bir de fırın derdimiz var. Evimizin mutfağında davlumbazın altı boş. Ne tezgah, ne dolap, hiçbirşey yok. Ocak için mecburen büyük fırın almak gerekiyor (bulaşık makinesinin yeri ayrı). Dün fırınlara da baktık, üstü ocaklı turbo fırınlar 700-800 TL civarında. Akşam annem dedi ki, ben öyle büyük fırına hiç ihtiyaç duymadım, tezgah üstü fırınlarla idare edebilirsin. O öyle deyince benim de aklım karıştı tabi. Yani az değil, o fiyata bir sürü şey alınır; ama fırın alınmazsa o boşluğa ne konacak, onu da bilmiyorum. Dolap yaptırılabilir belki, bakalım işte, şimdi onu düşünüyorum.
İşte dün Electroworld ve Arçelik'te geçti günümüz. 365'te Koçtaş da var. Şöyle bir dolaştık orda da, duvar renklerine baktık. Sütlü kahve veya açık kesekağıdı gibi bir renk var aklımızda. Bir de renk kartelası aldık, bej renkler objeleri ön plana çıkarırmış. Gerçekten de öyle, çok sevdik o renkleri ve o renge herşey yakışır.
Yoğun günün ardından Sevgilimin evine gidip yorgunluk kahvemizi içiyor, bir yandan hayal kuruyorduk. Tam o sırada dedik ki, hadi evimize gidelim. Geçen pazar Meltem Ablalar aramış ve davet etmişlerdi zaten. Biz de aradık, müsaitlermiş, gittik. Evimizi gezdik yine, Sevgilim fotoğraflar çekti. Beyaz eşyaların yerlerinin ölçülerini aldım ben de. Fazla vakitlerini almadan çıktık. Dün gece Sevgilim mesaj atmış, hep fotoğraflara baktım, hayal kurdum diye. Ben de hep hayal kuruyorum.. :) Çok eğlenceli :D
8 Nisan 2009 Çarşamba
Günler Geçerken
2009 yılının 4. ayını ortaladık.. Yılın 1/4'ü bitti. Yılbaşı gecesini düşündüğünüzde size de çok yakın gelmiyor mu? Bazen düşünüyorum, yapmak istediğim o kadar şey vardı ama bu kadar zaman hangi arada derede geçti hiç anlamadım. İş dışında ne yaptım 3 ay boyunca? Mesela, bir tane kitap okudum. Kenizé Mourad'ın Saraydan Sürgüne adlı kitabı. Kenizé Hanım kitapta hayat hikayesi anlatılan Selma Sultan'ın kızı. Selma Sultan, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde dünyaya geliyor ve maalesef tam da çocukluktan gençliğe geçiş döneminde Kurtuluş Savaşı'nı ve Cumhuriyet'in ilanını birebir yaşıyor. Savaşın kazanılması ve Cumhuriyet'e geçilmesiyle de ailesiyle birlikte sürgüne gönderiliyor. Önceki cümlede "maalesef" demiş olmam yanlış anlaşılmasın, bu olayları "çocukluktan gençliğe geçiş döneminde" yaşaması bir talihsizliktir; çünkü bu dönemde yaşadığı bunalım ve sonrasındaki tatminsizlik tüm ömrüne etki ediyor. 10 yaşı civarında Lübnan'a "taşınıyorlar". İlk gençlik dönemlerini, ilk arkadaşlıklarını, ilk aşklarını, ilk hayal kırıklıklarını burada yaşıyor. Hayatın bir kısmını burada tanıyor diyebiliriz. Fakat hala annesinin koruması altında ve şımartıldıkca şımartılıyor - biraz hepimizin olduğu gibi. Yirmi küsur yaşında gelin olarak Hindistan'a gittiğindeyse çok daha farklı bir dünyayla karşılaşıyor ve bence ne kendini oraya ait hissedebiliyor ne de orada olması gereken konumu anlayıp ona uygun davranabiliyor. Şans eseri çok tatlı bir eşe sahip oluyor; fakat kendisi bunu anladığında herşey için çooook çok geç oluyor. Neyse ben kitabın tamamını anlatmayayım; yalnızca çok farklı bir bakış açısı kazandığımı, birçok ülke hakkında birçok şey öğrendiğimi söyleyebilirim ve MUTLAKA okumanızı tavsiye edebilirim. Ben bu kitabı sabahları otobüste işe giderken okudum ve otobüste kitap okumaya başladığımdan beri yıllardır okumadığım kadar çok kitap bitirdim. Hadi hadi midem bulanıyor bahanelerini geçiiiinn ve bunu bir alışkanlık haline getirin :)
Saraydan Sürgüne'nin üzerine, biri Aziz Nesin olmak üzere, 2 kitap daha okudum. Bu işten çoook keyif aldığımı söylemeliyim.
Eveet, sorumuz 3 ay boyunca iş dışında ne yaptığımdı. Sevgilimin dönüşüne bugün itibariyle 32 gün kaldı. 32 benim çok sevdiğim bir sayı, neden bilmiyorum. Sempatik geliyor :) Daha önce bahsetmedim sanırım, Biriciğim için ufak bir sürpriz hazırlıyorum. Aslında pek ufak değil, epey el emeği göz nuru birşey. Yemin törenine gittiğimiz sırada birlikte çekilmiş bir fotoğrafımız vardı. O resmimizi etamine bastırdım ve şu sıralar onu işliyorum. Benim üzerimde lacivert bir mont ve kot pantolon var. Onun üzerindeyse asker kamuflajı! İş kendimi yapmakla başladım, renk az olduğu için daha çabuk biter diye düşündüm. Fakat öyle düşünüp yaptığımda lego gibi, hiç estetiği olmayan birşey çıktı ortaya. Ondan sonra başladım gölgelemeye.. Şu an kendimi tamamen bitirdim ve sevimli göründüğünü itiraf etmeliyim :) Böylece alışma evresini de geçirmiş oldum. Yine hız kazanmak amacıyla şimdi cevreyi yapıyorum. Ondan sonra da kamuflaja başlayacağım. Umarım biriciğim dönene kadar onu da en azından yarılamış olurum.. Bu noktada 2. tavsiyem ETAMİN olacak. Çok keyifli, çok kafa boşaltıcı, ışığa göre biraz göz yorucu, çok emekli ama kesinlikle herşeye değen bir el uğraşı. İleride evimin duvarlarına çeşit çeşit etamin asmayı çok istiyorum.. Bir örneğini resim olarak ekledim.
Hımmm, başka başka neler yaptımm.. Çok istememe rağmen kesinlikle spor yapmadım, Fransızca çalışmadım. ama umudumu da kesmedim :) Bir gün mutlaka yapacağım!! Amaa çok güzel bir pilates CD'si buldum, tam istediğim gibi. Hem hareketli, hem rahatlatıcı, hem sıkılaştırıcı.. Yine de beni sabah 6:30 da yataktan kaldırabilmeyi başaramadı henüz!
Sanırım 2009'un ilk 3 ayı hep böyle geçti. Sabah kitap, tüm gün iş, akşam etamin.. Nasıl bir düzen sizce?? Bir ömür geçer mi böyle???
10 Mart 2009 Salı
Biraz Uzun Biliyorum ama Bir Hayat Dersi
Doğruyu söylemek gerekirse ben üniversiteden hiç mezun olmadım ve mezuniyete en yaklaştığım an da bu an! Bugün sizlere hayatımla ilgili üç hikaye anlatacağım. Hepsi bu. Büyütülecek bir şey değil.
İlk hikaye noktaları birleştirmekle ilgili. İlk 6 aydan sonra Reed Universitesi’nde derslere girmeyi bıraktım. Ancak gerçek anlamda okulu bırakana kadar bir 18 ay kadar daha okulda kaldım. Okulu neden bıraktım? Olay ben doğmadan başlamıştı. Biyolojik annem genç, evlenmemiş bir üniversite mezunuydu ve beni evlatlık vermeye karar vermişti. Beni üniversite mezunu bir çiftin evlatlık almasını çok istiyordu, sonunda da bir avukat ve karısı tarafından alınmam için her şey hazırdı. Tek sorun ben ortaya çıktıktan sonra beni evlat edinecek çiftin son anda bir kız çocuk istediklerini anlamış olmalarıydı. Bir gece yarısı, bekleme listesinde olan müstakbel aileme bir telefon geldi: elimizde beklenmedik bir erkek bebek var, onu istiyor musunuz? Onlar da “tabii ki” diye yanıtladılar. Biyolojik annem, annemin üniversiteyi, babamın ise liseyi bile bitirmemiş olduğunu öğrendiğinde evlatlık verme işlemini tamamlayacak son kağıtları imzalamayı reddetti. Ancak birkaç ay sonra, ailem beni üniversiteye yollayacaklarına dair söz verince ikna oldu. Bu hayatımda bir başlangıçtı. Ve 17 sene sonra üniversiteye başladım. Ama saf bir şekilde neredeyse Stanford kadar pahalı bir okul seçtim. Ve emekçi ailemin bütün birikimleri benim okul parama gidiyordu. Altı ay sonra buna değmeyeceğini farkettim. Hayatımla ilgili ne yapmam gerektiği konusunda hiçbir fikrim yoktu ve üniversitenin de bunu bulmam için bana nasıl fayda sağlayacağını çözememiştim. Ve orada durmuş ailemin hayat boyu biriktirdiği parayı harcıyordum. Sonuçta okulu bırakmaya ve her şeyin yoluna gireceğine inanmaya karar verdim. O zaman çok korkunç gelmişti ama geriye dönüp baktığımda hayatımda verdiğim en iyi kararlardan biri olduğunu görüyorum. Okulu bıraktığım an, zorunlu fakat gereksiz olan ve ilgimi çekmeyen tüm dersleri almama gerek kalmamıştı. Böylece sadece bana ilginç gözüken derslere girebilecektim. Bu aslında hiç de romantik bir durum değildi. Yurt odam olmadığından arkadaşlarımın odalarında yerde yatıyor, kola şişelerinin 5 sentlik depozitolarıyla yemek alıyor, her pazar akşamı güzel bir yemek yemek için
23 Şubat 2009 Pazartesi
Kaldı 82 gun...
Bugun itibariyle Şafak 82...
Yarın plakalara başlayacağız :)) Bugün ilk iş Türkiye'nin İl Haritasını indirdim internetten. Bir de plaka listesi oluşturacağım.. Gün gün karalar dururum artık. Şu ana kadar -100 den beri- Gmail'e yazıyordum. Yarın Düzce'deyiz. Bir itiraf yapmam gerekirse bugune kadar 81 plakalı ilin Osmaniye olduğunu düşünüyordum hep. Meğer en son ilimiz Düzceymiş. Öğrenmenin yaşı yok ;)
Çok güzel bir haftasonu geçirdim. Hem eğlendim, hem çok dinlendim, hem de çok mutlu oldum. Cumartesi günü ofisten çıktıktan sonra annemlere gittim, yemeğe davetliydik. Ben gittikten yaklaşık 1 saat sonra annemler ve dayımlar geldiler. 3 aile güzel bir yemek yedik. Biriciğimiz sofrada değildi; ama hepimizin aklında ve gönlündeydi. Uzun sohbetler ettik, çaylar kahveler içtik, güldük eğlendik.
O gece ben annemlerde yatıya kaldım. Nişanlım askere gitmeden önce birkaç gece kalmıştım; ama bu sefer ilk kez tek başıma kaldım. Çok da güzel oldu; epey geç yattık, ama gece o yatakta tek başına yatmak çok zordu.. Ben de kalktım Sevgilimin parfümünü sıktım hafifçe, onu koklaya koklaya uyudum. Hep kollarını bana sardığını hayal ettim. Hayali bile kendimi güvende hissetmeme, mışıl mışıl uykuya dalmama yetti. Birlikteliğimizin ilk zamanlarından beri başımı ne zaman göğsüne yaslasam esnemeye başlar, uyurum. Hani insanın morali bozulur, canı sıkılır ya, öyle zamanlarda ben başımı onun yüreciğine dayarım, o da bir koluyla beni sımsıkı sararken diğer eliyle saçlarımı okşar, hiçbirşeyciğim kalmaz o zaman.. İşte Cumartesi gecesi de öyle huzurlu hissettim kendimi Biriciğimin kollarında..
Pazar sabahı saat 10 civarında kalktım, güzel bir kahvaltı yaptık. Sokaktan simitçi geçti, simit aldık biz de. Bizim evimiz bir site içinde, bu nedenle simitçi vs girmiyor. Sokaktan geçen simitçinin sesi, sıcak sıcak simitler çok hoşuma gitti bir anda. Benim Ördekim de çok sever simidi. Hele yanında çay ve peynir de oldu mu.. Aa bir de zeytin tabiki :)) Zaten oralarda en çok zeytini özlüyormuş, güzel değilmiş zeytinler. Bir de son zamanlarda canı çok balık istiyor. Nasıl gönderilir balık bilmiyorum ki!!.... Konserve ton balığı falan mı göndersem acaba? Orda da markette satılır herhalde, çarşıya çıktığı zaman alabilir belki.
Pazar günü saat 3'e kadar annemlerde oturdum. Sonra dolmuşla eve dönerken annemleri aradım. Onlar da çarşıya inmişler, markette buluştuk beraber döndük eve. Çok denk geldi ve güzel oldu yani.. Eve gider gitmez banyoya girdim; ama nasıl bir banyo. Dünü spa günü ilan ettim kendime. Televizyondan aldığımız bir Spa setimiz vardı. Pilli bir alet, ucuna farklı ekler takıyorsun, kimi gözenekleri açıyor, kimi masaj yapıyor, kiminin üzerinde ponza taşı var. Teker teker onları kulandım. Tam 1 saat sürdü banyom; ama çıktığım zaman o kadar rahatlamıştım ki.. Hemen yüzüme maske yaptım, vücuduma kremler sürdüm, misler gibi oldum. Saçıma da fön çekmemle Pazar günlerinin en yorucu, uğraştırıcı faslı bitmiş oldu. Böylece önümde koooooocaman bir akşam kaldı.
Gece Lost'un tekrarlarını izledim korka korka. Sezon finalini gösterdiler bu haftasonu, önümüzdeki hafta da yeni sezon başlayacak. Minik Sevgilim 4üncü sezou da izleyememişti, 5i de izleyemeyecek. 4. sezonun CDleri de çıkmadı daha. Çıkar çıkmaz alacağım, sonra benim Bi'tanecik Sevgilim gelecek, biz yatağımızda cips yerken, kola/kahve içerken dizimizi izleyeceğiz. Sonra uyuyakalacağız, birlikte uyanacağız.. Daha güzeli bunu bir ömür kendi evimizde yapacağız.. Oley!!..
İşte böyle güzel bir haftasonunun ardından yeni haftamıza başladık.Haftaya bir başladık mı, hele de Çarşamba geldi mi, günler çabucacık geçiveriyor. Önümüzdeki pazartesi şafak 75 olacak :) Bu aradaaa, ben Biricik Sevgilime çok güzel bir sürpriz hazırlıyorum. Bu aralar elişi olarak etamine fena halde takmış durumdayım. Aşkımın yemin töreninde çektirdiğimiz fotoğraflardan birini etmine işleyeceğim. Cumartesi günü ofisten çıkınca bir de çarşıya uğradım, etamin kumaşı aldım. Yarın resmi bastırıp iplik alacağım. Sonra da hızla işlemeye başlayacağım. Şu an yaptığım bir set var aslında; ama biraz adi bir set. Yani, iplikleri çok ince, hiç tok durmuyor, etamin desen aynen plastik, hiç güzel görünmüyor.. Alıştırma olması için almıştık, epey de öğrendik; ama görüntüsü hoşuma gitmiyor artık. Ben de kendi el işimi yapmaya karar verdim. Fotoğrafımızı bitirince farklı şeyler de deneyeceğim, mesela evimiz için "Welcome" Panosu yapmak istiyorum. Üzerinde horoz, civciv, ördek vb olabilir, turuncu, sarı göz alıcı renkler olur diye düşünüyorum. Bakalım artık zamanımın ve sabrımın yettiği yere kadar gideceğim!! :)
Yine uzuuuun uzun anlattım günlerimi. Bu arada bir önceki Cumartesi Sevgililer Günüydü. Tüm aşıkların Sevgililer Günü kutlu olsun, Aşkınız hiç solmasın, herkes mutlu olsun...
Sevgiler...
6 Şubat 2009 Cuma
Sevgilinin Elleri
Size elleriyle birlikte kalbini de teklif ettiğinde derin bir huzur, güven ve mutluluk hissetmez misiniz?
O andan sonra hiçbir kötülük gelmez insana, hiçbir şey ters gitmez, yağmur yağdığı için kızılmaz (ona hiçbir zaman kızılmaz da..), geç kalma telaşı yaşanmaz. Sadece ikiniz kalırsınız dünya üzerinde...
İşte sevgiyle açılan eller böyle bağlar insanları ve kalpleri birbirine. Dün Biricik Sevgilimin dönüşüne 100 gün kalmıştı, bugün şafak 99 :) Geçen 55-56 gün içerisinde en çok özlediğim şey elleri ve gözleri oldu Meleğimin. 5 yıl sonra bile buluştuğumuz anda parlayan, hislerini, duygularını, kalbini okuyabildiğim, sıcacık kahve kahve bakan, güneş çıktığında elaya çalan, şımardığında ördek masumiyetiyle mahçup mahçup bakan gözleri.. Benim gözlerim.. Dünyaya baktığı o pencereyi benimle paylaşan, beni zenginleştiren, bize özel bir dünya yaratan..
Günlük hayat içerisinde, koşuşturma sırasında insan farketmiyor yalnızlığını. Çalan telefonlar, bilgisayar, iş güç, gün ışığı insanı peşinden sürüklüyor. Ama gün bitince ay ışığı bu kadar dost olmuyor.. Sizi de kendi yalnızlığına çekiyor ve hayallerle başbaşa bırakıyor.
Yanan bir şömine önüne atılmış minderler, sıcacık bir battaniye, ellerde çaylar kahveler ve sarılan iki Sevgili.. "Çok az kaldı" diyorum hep kendime.. Bundan 8-8,5 ay sonra kendi evimizde bu rüyayı gerçeğe dönüştüreceğiz. Sevgilim de oralarda öyle diyor, bunları düşünüyor biliyorum. Yemekten sonra o köpüşümüzü gezdirirken ben sofrayı toplayacağım, çayları koyacağım. Bir de güzel bir film buluruz belki veya hararetli bir tartışma programı. Sevgilim konu geliştikçe okuduklarını, bildiklerini anlatır bana. Umarım ben de ona birşeyler katabilirim. Yavaş yavaş uyku bastıracak sonra. Belki ben dizlerinde uyuyakalırım veya Eşim uyuklarken saçlarını okşarım. Yatağımıza yattığımızda birbirimize sarılıp uyur, rüyalar görürüz. Bir ömür bundan ibaret olsa yetmez mi insana :) Ferhat Göçer'in yeni bir şarkısı ve klibi var, "Aklım Sende Kalır". Şu anki hislerimi, aklımdan geçenleri daha iyi anlatacak birşey düşünemiyorum. Tahmin edileceği gibi her izleyişte ağlıyorum :))
Ayrılığımızın 1/3ü bitti artık. Tek istediğim önümüzdeki süreçte de bir kez olsun ziyaret edebilmek ama Biriciğim gelme diyor. Onun için kavuşmak güzel ama ayrılmak daha zor tabi. Bu yüzden ikimize de düşen biraz daha güçlü olmak, bu süreci birbirimizi özleyerek geçirmek.
Hadi hayırlısı bakalım..
Sevgiler..
19 Ocak 2009 Pazartesi
2009 Başlarken
2009'un ilk kaydını Ocak'ın 19. gününde yazmak mümkün oldu maalesef. Şu ana kadar yoğun bir programım vardı diyebilirim. :) Öncelikle yılbaşı telaşı, hediyeler, misafirler, gelmeler gitmeler, telefonlar derken Yılbaşını geçirdik. Kocaman bir aile olarak bizde toplandık. Nişanlımın ailesi de geldi. Hediye değiş tokuşu tabiki çok eğlenceliydi. Herksin yüzünde önce gülümseme, sonra bir hüzün, çünkü Biriciğimiz bizlerden çok uzak.. Ama benim nazik, düşünceli Sevgilim çok hoş bir sürpriz yaptı bizlere, akşama doğru Annemlere, benim annemlere ve bana (ayrıca) birer demet çiçek göndertmiş. Benimki güldü tabiki. İçlerine bir de kısacık mektuplar koymuş, benimkinde ise saat 00:00'da açma koşulu vardı.
Yılbaşının bizim için özel bir anlamı var, hele bu yılbaşının. Saat 00:00 itibariyle 5.yılımıza girdik Sevgilimle.. Bu yıldönümümüzde el ele tutuşamadık belki ama o şu an el ele tutuşmaktan, sarılmaktan, öpüşmekten çok daha önemli birşey yapıyor. Geleceğimizin önündeki büyük bir engeli kaldırmak, hep hayalini kurduğumuz evimize, ailemize bir an önce kavuşabilmemiz için çok büyük bir fedakarlık yapıyor. Bugün itibariyle de 115 günümüz kalmış oluyor :) Yılbaşı gecesi talimatlara uyarak saat tam 00:00'da okudum mektubumu. Nasıl yanımdaydın onu okurken, nasıl gördüm o parlak gözlerini, nasıl hissettim sıcacık ellerini, nefesini.. Çok öptüm mektubu senmişsin gibi..
Bütün gece bu yaşadıklarımıza, mutluluğumuza, sağlığımıza çok dua ettim, şükürler olsun dedim.
Yılbaşının ardından bir telaş daha aldı bizi, 9 Ocak günü Minik Askerimizin yemin törenini izlemek için Oltu'ya gidecektik. Yolculuk hazırlıkları, Sevgilimin siparişleri derken 9'u sabahı Erzurum uçağına bindik. Ymin törenine yetişemedik maalesef (biz öğleden sonra olacak diye plan yapmıştık, fakat töreni sabah yaptılar. Bizim uçağımız indiği sırada tören başlamıştı, oysa bizim 2 saatlik yolumuz vardı daha) Saat 12'de Garnizon'a girdik, beklemeye başladık.
Yol boyunca töreni izlemeyi çok istemiştim, kaçıracağız diye üzülüyordum; fakat oraya gidince bunun hiçbir önemi kalmadı. Tek düşünebildiğim Sevgilimi görebilmekti.. Tören bittikten sonra askerlerin dışarıya çıkması yasak, ancak çıkış kağıtlarını alınca sivil olarak çıkabiliyorlar. Bu nedenle asker kıyafetiyle göremeyecektik, o anda en çok düşündüğüm şey buydu. O kadar heyecanlıydım ki ne oturabiliyordum, ne soğuğu hissedebiliyordum. Derken çoooook uzaklardan koşan birini gördüm, takip ettim gözlerimle, derken farkettim.. "Melih geliyor.." diye mırıldanabildim sadece. O olduğundan emin olduğumda olanca gücümle koşmaya başladım.. Gerçekten hoş bir sahneydi, bütün garnizonun, diğer asker ailelerinin, nöbetçi askerlerin önünde biz Türk filmi gibi koşa koşa sarıldık birbirimize.. O anı unutmak mümkün mü???
Biriciğim de o kadar mutluydu ki, elbiseleri öyle yakışmıştı ki.. Sırasıyla anneciğine, babacığına, ablalarına sarıldı, fotoğraf çektirdik. Çok kısa bir süre kalabildi bizlerle sonra üzerini değiştirmek için içeriye geçti. O andan sonra belki yarım saat belki 1 saat bekledik ama o süre hiç bitmeyecekmiş gibi geldi. Sonunda hepsini çıkardılar, izin kağıtlarını verdiler, çıkış işlemlerini yaptılar ve Bebeğim benim oldu.. 2 gün için bile olsa ellerini tuttum, sarıldım, öptüm, hatta bir süre beraber uyuduk :) dünyada en huzurlu olduğum yer..
Oltu çok güzel bir yer.. Ordaykende konuştuk, hala da istiyorum, bu askerlik işleri bittikten sonra tatil amaçlı bir hafta-15 gün doğuyu gezmeyi çok isterim. Melih'im fotoğraf çekmeyi çok seviyor, hatta profesyonel eğitimini de aldı. O kamerasını alır, ben de video kamera alırım, bir güzel gezeriz oraları. Merkez olan bir ana cadde var, tüm dükkanlar o cadde üzerinde. İnsanlar çok misafirperver. Kapıdan merhaba deseniz çay ısmarlıyorlar. Benzin alırken bile arabanın içinde çay içtik inanılır gibi değil :)) Değişik bir otelde kaldık, bir kat içerisinde 3-4 oda, odalara kalacak kişi kadar yatak atmışlar ve ortak bir banyo. Ev gibi aslında.. Ancak sorun tuvaletin alaturka olması ve sifon olmaması. :)) Herşeye rağmen çok eğlenceli, çok değişik ve anlamlı bir ziyaretti. Bol bol Oltu Cağ Kebabı (Çağ değil!!) yedik, hatta yetmedi birer porsiyon Ankara'ya getirdik. Güzel bir Melis Pastanesi vardı, kahvaltılarımızı orda yaptık. Odamızda mutfak olmadığı için aşağıdaki kahveden bir demlik sıcak su alıyorduk, bakkaldan da plastik bardak, yanımızda getirdiğimiz Nescafe'mizi içiyorduk. Bence çok lezzetli, hiç unutulmayacak kahvelerdi onlar. Kalorifer sürekli yanıyor, demliği de kaloriferin üzerinde bırakınca su sıcak kalıyordu. Geceleri dayanabidiğimiz kadar geç yatmaya çalıştık; ama benim Minik Sevgilim bir düzene alıştığı için gece 12 gibi uyuyakaldı. Yumuk gözcükleri kapandı, dudakları tombullaştı ve kendini omzuma bırakıverdi. Ne kadar özlemiş olduğumu o an daha iyi anladım işte..
Sayılı zaman çabuk geçiyor, pazar sabahtan donecektik biz babamla. Annemler pazar günü de kalacaklardı. Sabah erken kalktık, hazırlandık, yine bol bol sarıldık, sonra biz Erzurum otobüsümüze bindik. Yol boyunca çok ağladım, cebimde birçok mendil vardı, çoğun kullandım. Zaten otobüsün (otobüs dediğim okul servisi) radyosu da yanık türküler çalıyordu, onlar söyledi ben ağladım. Sonunda havaalanına ulaştık, uçağımıza bindik ve Ankaramıza döndük. Bu şehir ilk kez çok soğuk geldi bana, çok yabancı.. Kendimi yalnız hissettim, üşüdüm..
Biriciğim Yemin Töreninden sonra Ardahan, Göle'ye geçti. Su an hala orda ve şafak 115. Bir taraftan bakınca çok uzun, diğer yandan bakınca çok kısa.. Ama bu geri sayımın evimize, geleceğimize yaklaştırdığını düşündükçe tek hissettiğim şey mutluluk.
Söylemeden geçmeyeyim, dün Biriciğimle MSN'de konuştuk. Benim bilgisayarımın kamerası vardı zaten, o da ordan bir kamera buldu ve görüntülü konuştuk.. Internet'i ilk kez bu kadar çok sevdim...
Keşifte ve geliştirmede katkısı bulunan herkese sonsuz teşekkürlerrrrr.... :)))
Tüm bunların yanı sıra 2009'a girdik ve ilk ay neredeyse bitiyor. Yeni yıl şimdilik güzel gidiyor, kardeşim işe girdi. Evde durumlar iyi, ters hiçbir durum yok işte. Umarım bütün yıl böyle gider, dilerim yeni yıl herkes için böyle gider..
Kucak dolusu sevgilerr...