Tatilimize gittik geldik, pazartesi sabahı işbaşı yaptık. 1 hafta bile olsa iş ortamından ayrı kalmak çok iyi geliyor. İnsan tüm düşüncelerinden uzaklaşıyor, sakinleşiyor. Şöyle bir uygulama zorunlu olmalı bence, her 3 aylık dönemde 3 günlük zorunlu izin. 3 ayda bir çarşamba-perşembe-cuma tatil olacak, insanlar rahatlayıp işe dönecekler. İnanın, en azından benim için, iş hayatının stresi çook çok azalır.
Bu yaz da her sene olduğu gibi Denetko'muza gittik. Bol bol biralarımızı içtik, gazinoda tostlarımızı, plajda mısırlarımızı, Güre'de balıklarımızı yedik. Ören'de midye dolma ve balık yemekten çatladığımız için karadutlu dondurma yiyemedik; ama daha önce Bodrum'da gördüğümüz, çok pahalı olduğu için alamadığımız doğal Mercan ağacının daha büyüğünü ve ucuzunu bulduk, onu aldık (ne alaka demeyin, öyle işte). Ankara'ya otobüsle döneceğimiz için ağacımızı yazlıkta bıraktık, annemler dönerken getirecekler.
Biz Denetko'da kalabalık kalmaya alışmışız hep, bu sene ikimiz yalnız gidince pek bir boş geldi. Sabahları saatlerce kahvaltı masasında oturmayınca, her akşam mangal yakmayınca evimizi özledik biz de. "Ankara'ya dönelim ama hala tatil olsun, işe gitmeyelim" dedik. :)
İnsan büyüdükçe tatilde yaptıkları da değişiyor. Geceleri kumsalda ateş yakmak, şezlonga uzanıp yıldız kaydırmak, müzikler dinlemek yerine gazinoda vakit geçirmeye başlıyor. Oysa ki ben ne çok severdim bunları yapmayı ve kumsalda söylediğimiz şarkıları.
1 hafta boyunca dinlendim, güneşlendim, yemek yedim ve arındım. Gazetelere bakamadım, korktum bakmaya. Birkaç güncük olsun bilmemek, duymamak istedim. Başardım da, bilmedim ve duymadım. Mutlu olabildim böylece. Geçenlerde Bahçeşehir Üniversitesi'nin yaptığı 2011 Türkiye Değerler Araştırması’nın sonuçlarını anlatıyordu köşe yazarları. Buna göre ülkemizde yaşayan her 100 kişiden 77’si kendisini mutlu hissediyormuş... Geçen hafta ben de dünya gündeminden bir haber olduğum ve böylece mutlu olduğuma göre ülke nüfusumuzun %77'si en azından Türkiye gündeminden bir haber diyebilir miyiz?? Bence deriz...
Pazartesi işbaşı yapmamızla hayata dönmemiz de bir oldu. Aldığımız en "gerçek" haber ise Denetko'daki yan komşumuzun vefatı oldu. Nasıl saçma bir hayat bu? Bu sene Cumartesi sabahı Denetko'ya vardığımızda ikram ettiği çayla içimizi ısıtmıştı, her zaman güleryüzü ile bizleri selamlar, sabahları erkenden denize gider, "bugün su çok güzel kaçırmayın" der, akşamüstü çiçeklerini sular, arada kahve keyfi yapardı. Kedicikleri vardı beslediği, kapısına gelip miyavladıklarında önceki günden kalan 3-5 şeyi koyardı tabaklarına. Komşuluk ilişkimiz bundan çok daha öte değildi belki ama İnci Teyzemizin orada olduğunu bilmek güven verirdi bize. Pazartesi sabahı işe giderken Face'den bir gördüm ki beyin kanaması sonucu vefat etmiş Pazar gecesi.
Bu aralar niye hep bu korku var içimde, birisine birşey olacak korkusu, öyle birşey olmadan birşeyleri yetiştirme korkusu. Oysa ki ne kadar basit, bir gece yatıyorsunuz ve pıt, zaman duruyor. Uzun bir sonsuzluk.. Ve işte o zaman herşey anlamsız gelmeye başlıyor, planlar, programlar, umutlar. Yarın diye birşey yok ki aslında, sadece ve sadece bugün...
Bu yaz da her sene olduğu gibi Denetko'muza gittik. Bol bol biralarımızı içtik, gazinoda tostlarımızı, plajda mısırlarımızı, Güre'de balıklarımızı yedik. Ören'de midye dolma ve balık yemekten çatladığımız için karadutlu dondurma yiyemedik; ama daha önce Bodrum'da gördüğümüz, çok pahalı olduğu için alamadığımız doğal Mercan ağacının daha büyüğünü ve ucuzunu bulduk, onu aldık (ne alaka demeyin, öyle işte). Ankara'ya otobüsle döneceğimiz için ağacımızı yazlıkta bıraktık, annemler dönerken getirecekler.
Biz Denetko'da kalabalık kalmaya alışmışız hep, bu sene ikimiz yalnız gidince pek bir boş geldi. Sabahları saatlerce kahvaltı masasında oturmayınca, her akşam mangal yakmayınca evimizi özledik biz de. "Ankara'ya dönelim ama hala tatil olsun, işe gitmeyelim" dedik. :)
İnsan büyüdükçe tatilde yaptıkları da değişiyor. Geceleri kumsalda ateş yakmak, şezlonga uzanıp yıldız kaydırmak, müzikler dinlemek yerine gazinoda vakit geçirmeye başlıyor. Oysa ki ben ne çok severdim bunları yapmayı ve kumsalda söylediğimiz şarkıları.
1 hafta boyunca dinlendim, güneşlendim, yemek yedim ve arındım. Gazetelere bakamadım, korktum bakmaya. Birkaç güncük olsun bilmemek, duymamak istedim. Başardım da, bilmedim ve duymadım. Mutlu olabildim böylece. Geçenlerde Bahçeşehir Üniversitesi'nin yaptığı 2011 Türkiye Değerler Araştırması’nın sonuçlarını anlatıyordu köşe yazarları. Buna göre ülkemizde yaşayan her 100 kişiden 77’si kendisini mutlu hissediyormuş... Geçen hafta ben de dünya gündeminden bir haber olduğum ve böylece mutlu olduğuma göre ülke nüfusumuzun %77'si en azından Türkiye gündeminden bir haber diyebilir miyiz?? Bence deriz...
Pazartesi işbaşı yapmamızla hayata dönmemiz de bir oldu. Aldığımız en "gerçek" haber ise Denetko'daki yan komşumuzun vefatı oldu. Nasıl saçma bir hayat bu? Bu sene Cumartesi sabahı Denetko'ya vardığımızda ikram ettiği çayla içimizi ısıtmıştı, her zaman güleryüzü ile bizleri selamlar, sabahları erkenden denize gider, "bugün su çok güzel kaçırmayın" der, akşamüstü çiçeklerini sular, arada kahve keyfi yapardı. Kedicikleri vardı beslediği, kapısına gelip miyavladıklarında önceki günden kalan 3-5 şeyi koyardı tabaklarına. Komşuluk ilişkimiz bundan çok daha öte değildi belki ama İnci Teyzemizin orada olduğunu bilmek güven verirdi bize. Pazartesi sabahı işe giderken Face'den bir gördüm ki beyin kanaması sonucu vefat etmiş Pazar gecesi.
Bu aralar niye hep bu korku var içimde, birisine birşey olacak korkusu, öyle birşey olmadan birşeyleri yetiştirme korkusu. Oysa ki ne kadar basit, bir gece yatıyorsunuz ve pıt, zaman duruyor. Uzun bir sonsuzluk.. Ve işte o zaman herşey anlamsız gelmeye başlıyor, planlar, programlar, umutlar. Yarın diye birşey yok ki aslında, sadece ve sadece bugün...