20 Aralık 2012 Perşembe

Dürüstlük

"Dürüst bir adamın kendine güveni vardır; çünkü kendisine karşı güvensizlik göstermek için bir sebep yoktur."*


*İnsan Mühendisliği kitabından alıntıdır.

18 Aralık 2012 Salı

Yıl Biterken

Müjdeler olsun Aralık ayının ortasını geçtik. Bir seneyi daha devirdik ve ben bu seneden de bir şey anlamadım?? Daha dündü işimi değiştirmem, buraya alışmaya çalışmam, şirketin yılbaşı partisi, arabamı almam.. Gerçekten 12 ay mı geçti üzerinden??

Gün, hafta, ay demek ne kısa, ne kolay değil mi? Oysa ki o günler ömrümüzü yiyor, hele de hızlıca akıp geçtiği zamanlarda.

Sene muhasebesi yapmak için henüz erken olabilir. Yılbaşı havasına girmek için daha zaman var nasılsa.. Hafta sonu Tepe Home'a ve Mudo'ya gittim. Her yer kırmızı yeşil, ışıl ışıl. İnsanın kalbinde acılar olmasa ya da etrafında acı çeken birileri olduğunu bilmese ne kadar da keyifli. Çocuk olmanın güzelliği bu belki de, sadece sen varsın. Sen mutluysan her şey güzel. Geçen sene yeterince süs püs alışverişi yapmıştık, bu sene almayız artık. Ağacımızı da kurmadık henüz. Erken kurmaya gerek yok, nasıl olsa kurulunca Şubat'a kadar kalıyor :)

1 ay öncesine göre daha iyiyim ben. Beni iyileştiren spesifik bir şey olmadı; sadece artık kötü hissetmek istemiyorum sanırım.
Bir kitap aldım Cumartesi günü, akşamına da okumaya başladım. Nüvit Osmay'ın İnsan Mühendisliği kitabı. Önceki hafta sonu Kitap Fuarı'na gitmiştik, standlar arasında dolaşırken bir cümle duymuştum; "öyle bir kitapmış ki, o kitabı okumak için 3 kitap okuması gerekmiş". Böyle bir kitapla tanışmak istedim o gün ve kısmet işte Nüvit Osmay çıktı karşıma.

Kitabın asıl konusu; iş hayatında, günlük hayatınızda insan ilişkilerini yönetebilmek. Fakat asla şunu yap, bunu et diyen bir kitap değil. Tanımlardan giden bir kitap, mesela inisiyatif alma konusu. Diyor ki; "inisiyatif size ne yapmanız istendiği söylendiğinde nasıl yapacağınıza karar verme şeklinizdir". Kitabın başlangıç bölümündeyim henüz, ilerledikçe daha fazla şey paylaşmak isteyeceğimden eminim.

Kitap fuarını ayrıca yazmak istiyorum. Mustafa Balbay'ın eşi ve kızı ile çok güzel fotoğraflarımız var.

Bu postun altına ilk yeni yıl dileği yakışmaz mı?
Yeni yılda kendime bilgi diliyorum ve o bilgiyi anlamayı, hazmetmeyi, uygulamayı.

Sizin için de diliyorum, hangi konuda bilgiye ihtiyacınız varsa...

Sevgiler

4 Aralık 2012 Salı

2 Aralık 2012 Pazar

Bu Gece

Denizli'deyim, şantiyede.. Ne işin var demeyin, yarın ISO 9001 Şantiye denetimimiz var.

Son iki hafta içerisinde üstlenmiş olduğum görev üzerine ISO denetim sürecinden sorumlu hale geldim. Aslında belliydi böyle olacağı, ben olmamasını umuyordum sadece, gözüm korktuğu için. Yanlışmış meğer, çok da keyif alarak yapabilirmişim ben bu işi.

Nitekim cuma gecesi bindim otobüse Denizli'ye geldim. İki günde hazırlıklarımızı gözden geçirdik ve artık tamamız. Şimdi dinlenme zamanı derken yağmur başlamaz mı??

Benim gibi sonbahar aşığı bir insan başka ne isteyebilir ki... Ormanın içindeyim, yağmur yağıyor, hafif meltem esiyor, ben çayımı almışım çardakta oturuyorum.. Kafamı boşaltmaya ihtiyacım vardı ne zamandır, huzur bulacağım yer burasıymış meğer...

Hadi yağ yağmur, damlalarınla aklımı, ruhumu, kalbimi temizle...

30 Kasım 2012 Cuma

Günün Sözü

Yaz Aşkı'nda gördüm aşağıdaki metni... Ezberlenmeli!..

"Kimi şeyleri başkaları için yaparsan, sonunda kendini o insanların sana müteşekkir olması, seni takdir etmesi gerektiğini düşünür halde bulursun. Ama kendin için yaparsan, başkalarının başka şekilde tepki vermesini beklemezsin."
Mutluluk Projesi, Gretchen Robins

27 Kasım 2012 Salı

Sevgili Dünya


Ne olur bir dur artık, bir sakinleş...

Yeter gerçekten yeter!

Benden istediğin nedir onu da anlamadım ki.. Ben ne yaptım sana???

Sen, Dünya; kötüsün, salaksın, aptalsın..

25 Kasım 2012 Pazar

Bu Ülkede Kadına Şiddet Bitmez


Senin dizi manyağı kanallarından birinde gösterilen, "Türkiye'nin en çok seyredilen dizilerinden" birinde,

bir baba...
oğluna...

"senin de, annen olacak o o.... da" diyorsa...

Ve bu repliğe hiçbir ceza, eleştiri gelmiyorsa,
Bu ülkede kadına şiddet bitmez!

Bu benim sadece kanal değiştirirken denk geldiğim bir replikti. Tüm bir dizide daha ne inciler vardır Allah bilir. Yazık, sadece yazık...

22 Kasım 2012 Perşembe

Library of Stuff

Merhaba,

Sizlere bir arkadaşımın projesini tanıtmak istiyorum. Bu proje bir yarışma için hazırlandı. İstanbul'da yapılan yarışmada birinci seçildiler ve uluslararası yarışmaya katılmaya hak kazandılar. İşte kendi ağzından yarışma, hazırlık süreci ve yaşananlar... Daha fazlası için şahsi blogunu takip etmek istersenizzzzz: Ağaç Evde Bir Peri 

Gecen haftasonu, Library of Stuff projemizle Istanbul Startup Weekend birincisi olduk. Önumuzdeki hafta boyunca Global Startup Battle denilen bir oluşumda uluslararası olarak yarışıyoruz.


Library of Stuff, online ve mobil hizmet sunan ve kar amacı gütmeyen bir platform. Ödunç alma ve ödünç verme esasına dayanan bu projede, siteye üye olarak ihtiyacınız olan bir ürünün çevrenizde en yakın kimde olduğunu bulabilecek, almakta kararsız olduğunuz ürünleri deneyebilecek ya da elinizdeki eşyaları komşularınızla, arkadaşlarınızla ve hatta yabancılarla paylaşabileceksiniz. Ürünlerin bir kenarda tozlanmasi yerine yeniden hayat bulmalarını sağlayarak tüketimi azaltmak ve doğaya katkıda bulunmak da hedeflerimizden biri.

22 Kasım ve 28 Kasım arasında gerçekleşecek ve ilk 15in facebook halk oylaması ile belirlendiği Global Startup Battle'da videomuza oy vererek bizi desteklemek için bir hafta boyunca her gün (olmadı hafta boyu aklınıza geldikçe) yapmanız gerekenler şöyle:


  1. http://bit.ly/GlobalStartupBattle Facebook sayfasını açın ve beğenin.
  2. Library of Stuff videosunu bulun. ( ya da direk buraya tıklayın http://bit.ly/VXsjPA)
  3. “Vote” tuşuna basarak oy verin!
Fikri çok pek çok beğendim derseniz de Facebook sayfamızı beğenip paylaşabilirsiniz: www.facebook.com/Libraryofstuff

Websitemizi ziyaret ederek gelişmelerden haberdar olmak icin eposta adresinizi bırakmayı unutmayın!: www.lofstuff.co

Şimdiden teşekkürler...

ALES de bittti, sıradaki..


Herkese merhaba,

ALES sınavına girdim, söz verdiğim gibi geçtim blogumun başına.

Sınava girme kararım ani oldu diyebilirim. Hani geçen bayram yazmıştım ya, otobüste yol arkadaşımla çok iyi arkadaş olduk diye, sohbet konularımızdan birisi de master yapmaktı. Ben kendisine bunu yapmayı hep istediğimi; fakat sınavı gözümde büyüttüğümü söylemiştim. Kendisi de çok cesaretlendirmişti beni. Kızının bebeklik döneminde tamamladığı doktora programını anlattı. "Yapılamayacak bir şey yok" dedi. 1-2 aydır çalışıyordum bu sınava, çok sefer bırakmak, vazgeçmek geldi içimden. Her seferinde onun sözleri çınladı kulağımda. Bana güç verdi ve sonunda büyük gün geldi.

Sınav korktuğum gibi olmadı. Ya iyi hazırlanmıştım ya sorular kolaydı ya da hiçbir şey yapamadım bilmiyorum. Bunu sonuçlar açıklandığında anlayabileceğim. Master konusunu ise düşünüyorum. Okulların başvuru dönemi Aralık ayında başlıyor; ancak bunu aceleye getirmek istemiyorum. Şimdilik bekleyelim bakalım biraz.

Paris'e gelince.. Vay be üzerinden 1 ay geçti bile. Paris'te sonbahar.. Hayal etsem ancak bu kadar güzel bir zamanda gidilebilirdi. Sarı sonbahar yaprakları, inceden atıştıran yağmur, park etmiş bisikletler, renkli şemsiyeler, sıcacık espresso ve yanında çikolatalı kruvasan.

Kısa kısa girişler yapayım ki bunca aradan sonra bunaltmayayım sizi. Daha o kadar çok resim var ki, bir gün onlara da sıra gelir belki.

31 Ekim 2012 Çarşamba

Bayram

Biz Paris'e gittik geldik, bir güzel gezdik, bol bol fotoğraf çektik, löp löp hamur işlerini götürdük, saatlerce yürüdük. Yaptıklarımızı yazayım anlatayım çok istiyorum; ama vakit?

11 Kasım'da ALES sınavına gireceğim. Şimdilerde eve gider gitmez dersin başına oturuyorum. Siz önce bana şans dileyin, ben de sonra bool bool post yazayım, anlaştık mı?

Geçmiş bayramınızı kutlarım, sevgiler...

5 Eylül 2012 Çarşamba

Birisi...

Birisine ihtiyacım var; beni dinleyecek, yargılamayacak, söyle(ye)mediklerimi kalbimden okuyacak ve bana sımsıkı sarılacak birisine...

24 Ağustos 2012 Cuma

Bayraamm


Bu bayramda ben çook sevindim, çook da üzüldüm.


Üzüldüğümde şunları düşündüm;
1) İnsan ruhundan en iyi anlayan hayvanın at olduğunu söylerler; ama bence kedilerin de analiz konusunda atlardan geri kalır yanı yok.


2) Yüzleri, halleri, hareketleri birbirine benzeyen insanların karakterleri de benzer mi?


Biliyorum bence de saçma; ama düşündüm işte.

Bayram için annemlerin yanına giderken otobüste bir yol arkadaşı edindim. Tesadüf, yanımdaki koltukta oturan bayanla o kadar iyi anlaştık ki otobüs bizden nefret etti :) Bu bayramın en güzel yanı onu tanımaktı herhalde..

26 Temmuz 2012 Perşembe

Adım Adım Paris

Bugün pasaport harç bedelini yatırdım, yarın Emniyet'te randevum var :)

22 Temmuz 2012 Pazar

Tatil Planları


Önceki posttan sonra bu biraz komik kaçacak ama; sevgili Zurna son kıyağını bizi Paris'e göndererek yapıyor.

Evet, bir yandan bebiş yapmadan önce gezelim tozalım derken diğer yandan kös kös evde oturuyoruz. Tatil denince de varsa yoksa Denetko. E ne anladık biz bu işten derken, Zurna'nın satışıyla hep hayalimiz olan Fransa planlarımızı yapmaya başladık.

İlk iş tarihi belirlemekti. Aslında bu sene bayramlar pek güzel gelmiyor; ama biz Kurban Bayramını seçtik. Bayram 25-26-27-28 Ekim, 29 Ekim de Cumhuriyet Bayramı zaten, biz haftanın başını da birleştirince 10 günlük tatil oldu. İşyerlerimizden izinlerimizi aldık, hemen uçak bileti araştırmasına başladık.

Aklınızda olsun, fiyat olarak en uygunu Pegasus. Ankara'dan hareket eden İstanbul aktarmalı Paris uçağı 800 TL gidiş dönüş. Ben 1-2 sene önce kredi kartımı Yapı Kredi Adios'a çevirmiştim, kampanyadan faydalanarak kendi biletimi puanlarımla aldım, bedavaya getirdim. Böylece biletlerimiz kişi başı 400 TL'ye gelmiş oldu.

Biletleri aldığımız akşam 
booking.com'dan Paris otel rezervasyonumuzu yaptırdık. Otelde kalmaya pek niyetimiz olmadığından şehir merkezinde (15. bölge), 2 yıldızlı, basit bir otel seçtik. Seçtiğimiz otel Hôtel Kyriad Paris Lecourbe isminde bir zincir otel. Düzgün bir yere benziyor. Dediğim gibi bizim için temiz bir yer olsun ve şehir merkezine yakın olsun yeter. Burası da Eiffel Kulesi'ne 25 dakika, Gare Montparnasse'a 15 dakikalık yürüyüş mesafesinde.

Şimdi gezi planlarımızı yapıyoruz, 4 gün Paris'te kalmayı, diğer günlerde başka şehirleri gezmeyi düşünüyoruz. Mesela Bourdeaux, Marseille ve benim favorim Strazbourg. Güzel bir bayram olacak :)

Bu arada Paris moduna girmek isteyenler için Woody Allen'in Midnight in Paris filmini öneririm. İzlerken buraya da gidelim, buraya da gidelim deyip duruyorsunuz! Sevgiler...

Hoşçakal ZuRNa!!...


28 Haziran Perşembe günü emektar ZURNA'm ile vedalaştım. Haziran ortasında TUVTurk muayenesini yaptırdıktan sonra karar verdik satmaya. Muayeneden geçti, bir sorun olmadı ama sürekli masraf çıkarıyor. Temmuz ayı malum MTV ayı, e bu arada Zorunlu Trafik Sigortası derken biz Zurna'yı satalım dedik.

İlk iş iç dış yıkattık güzelce, tertemiz oldu Zurnacık. Sonra fotoğraflarını çektik, sahibinden.com'a, facebook hesaplarımıza ilanı koyduk. Ben ayrıca mahallemizin google grubuna da ilan gönderdim.

Biz bu kadar etrafa duyurmaya çalışırken meğer Zurna'mın kısmeti gözümüzün dibindeymiş. Sitemizin güvenlik görevlilerinden biri uğradı günün birinde. 21 yaşındaki kızı için bir araba istiyormuş, bizim Zurna'yı da taa ne zamandan görür beğenirmiş (kız isteme merasimi gibi oldu biraz). "Fiyatta anlaşırsak ben almak isterim" dedi. Anlaştık da. Böylece 1 hafta içerisinde Zurnacık el değiştirmiş oldu.

Araba bile olsa öyle hislendim ki işlemleri hallederken. Hele en son noterde anahtarı teslim ettim ya, bittim o anda. Zurna çok özel bir arabaydı, bizim Sevgilimle kavgamıza da şahit oldu, mutluluğumuza da. Bir gün olsun  zorluk çıkarmadı bize. Tamam birkaç kere kapıları donduğu için bagajdan girmek zorunda kaldık; ama Mercedeslerin, jiplerin kardan yolda kaldığı zamanlarda da tıpış tıpış getirdi bizi evimize kadar. Sevgilim büyük bir kaza atlattı onunla, "bu araç pert" dediler biz bırakmadık, tamir ettirdik. Sapasağlam da oldu.

Biz de onu hep güzel, düzgün kullanmaya gayret ettik, çok sevdik. Dilerim yeni ailesi de onu çok sevsin, LPG taktırmasın, kazasız belasız kullansınlar.

Hoşçakal canım ZURNA'm, iyi ki vardın...

26 Haziran 2012 Salı

Tebrikler, Kızınız Hamile!

Bugünün bomba haberini duymuşsunuzdur; Sağlık Bakanlığı kliniklerden gebelik testi yaptıran kadınların sonuçlarını ve kimlik bilgilerini istiyor, sonuç olumlu ise babasına veya kocasına "mutlu haberi" mesaj ile bildiriyor.

İstenilen, planlanan hamileliklerde sonucun pozitif olduğunu duymak dünyadaki en güzel haberdir herhalde.  Bir kadın için bundan daha özel bir duygu olabilir mi? Canında bir can daha taşıyorsun, hem de yarısı cana, yarısı canana ait yeni bir can. İçinde filizlenen yeni umutlar, hayaller.

Maalesef her hamilelik aynı heyecanın, mutluluğun yaşanmasına neden olmuyor. Kimi zaman hamilelik utanç oluyor, hata oluyor, namus oluyor, töre oluyor, ensest oluyor, tecavüz oluyor. Hamile olanın daha kendisi çocuk olduğu için veya ailenin geliri yetersiz kaldığı için yük oluyor, sonuçta sokağa atılan, camiye, karakola bırakılan bir beşik oluyor.

Sağlık Bakanlığı'nın başlattığı babaya/ eşe mesaj uygulaması güya annenin ve bebeğin sağlığının gözetimi için yapılıyor, aile hekimlerinin göreviymiş bu. Bu insanlar bir uygulama başlatırken hiç mi düşünmez sonuçlarının neler olabileceğini? Atılan mesaj bekar bir kızın babasına gitmiş. Kız gazetelere ulaşıp başına geleni anlatabildiğine göre ya bir şekilde babasının elinden kurtulmuş ya da modern, anlayışlı bir aileye sahipmiş. Aynı mesaj eğitimsiz, bağnaz bir babaya gitseydi veya "sağlık sorunları" olan bir kocaya gitseydi... Uzun zamandır, aylardır, karısının yanında olmayan bir kocaya gitseydi, çok var etrafımda iş nedeniyle aylar boyu ayrı şehirlerde hatta ayrı ülkelerde yaşayan çiftler, kan çıkmaz mıydı bu ailelerde? Bu mu istedikleri? Yeterince kadın ölmüyor mu?

Başta da söylediğim gibi, hamilelik çok güzel, özel bir duygu; fakat istemeyen için zaten yeterince ağır bir yük. İnsanların omuzlarındaki yükleri ağırlaştırmak neden? Ve güzel duyguların yaşanmasına izin vermemek? Kızı olan her baba telefonuna mesaj geldiğinde "Allah'ım Sağlık Bakanlığı olmasın" diye korkarak mı baksın?

Bir gün bu duyguyu yaşamayı çok istiyorum; kocama bu haberi boynuna sarılarak vermek istiyorum. Diğer aile büyüklerimize ise evimizde vereceğimiz bir yemekte söylemek istiyorum. Sağlık Bakanlığı'nın göndereceği  soğuk bir mesaj ile öğrenilmesi değil hayalim. Hani kürtaj tartışmasında diyorlardı ya "bebeğin de hakları var" diye, hem annenin hem bebeğin hakkına en büyük saldırı bu işte.

Ayşe Arman bir gün köşesinde yazmıştı bu konuyu; fakat pek ses getirmemişti. Ciddiye alınmadı belki, yazı burada. Tek isteğim var şu hayatta, bir bebeğimin olması ve onu geleceğinden korkmadan, Kur'an dersi almazsa ileride iş bulamaz mı diye düşünmeden (artık çocukların dosyaları oluşturulacakmış seçtikleri dersler, okul dışı aktiviteleri, okudukları kitaplar kayıt altına alınacakmış ve üniversiteye, hatta işe girişlerinde etkili olacakmış bu dosya), ben gençliğimde mini etek giyerdim kızım başörtüsü mü takacak diye endişe etmeden büyütmek.

Hala olabilir mi bu ne dersiniz?

20 Mayıs 2012 Pazar

Okan'a Tebrikler

Okan Bayülgen, Kraliyet Ailesi programları kapsamında bir süredir duyma engelli vatandaşlar için çevirmen bulunduruyor biliyorsunuzdur.

Duyma engelliler için yapılan programı izlemiştim, anlama, kavrama, öğrenme açısından bizden hiçbir farklılıkları yok, hatta hep söylenilen espri anlayışlarının daha da gelişmiş olduğu. Bizler görme, duyma, söyleme yetilerimiz varken bile birbirimizi ne kadar yanlış anlıyoruz değil mi? Programa katılan bir genç kız söylemişti, biz birbirimizi yanlış anlamıyoruz diye. Bunun yolu dinlemekten geçiyor olabilir mi? Birbirimize laf yetiştirme telaşı içinde ne söylendiğini dinlemiyor olabilir miyiz??

Neyse benim asıl yazmak istediğim Okan'ın o programdan sonra iki çevirmeni kadrosuna dahil ettiği ve vazgeçmeden, ısrarla sürdürdüğü. Engelliler haftası 10-16 Mayıs tarihleri arasında kutlandı. Keşke her öpüşme sahnesiyle acayip ilgili olan RTÜK bu konuda da bir karar alsaydı ve en azından haber, tartışma, yemek, kadın programları ve dizilerde çevirmen koyma zorunluluğu getirseydi.

Gerçi bunun için Engelliler Haftasını beklemeye de gerek yok ama...

Okan Bayülgen, Neslihan Kurt ve Tuğba Sarıçiçek ile yapılan bir röportaj için tıklayınızz...

19 Mayıs


Dün 19 Mayıs'tı, ülkemizin kurtuluşunun ilk adımının atıldığı, Atamızın bizlere armağan ettiği gün.

Bu sene birçok ilk yaşandı, ilk kez resmi tören yapılmadı, devlet erkanından sadece Gençlik ve Spor Bakanı Anıtkabir'e çelenk koydu. Diğerleri "bir cumartesi rahat rahat uyuduk" diye düşünmüşlerdir herhalde.

Biz onların yerine de gittik Anıtkabir'e, o kadar kalabalıktı ki... Genelkurmay 23 Nisan'da Anıtkabir ziyaretçi sayısını sitesinden kaldırmıştı, eleştiriler üzerine lütfen yayınlamıştı hatırlarsanız. Şimdi baktım ne TSK'nın sitesinde, ne Anıtkabir'in sayfasında göremedim yine. Onlar açıklasa da açıklamasa da ben oraya koşarak giden çocukların, ağlayarak giden anne babaların, dedelerin, ninelerin, "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" diye bağıran çocukların, gençlerin ellerinde bayraklarıyla Anıtkabir'in bahçesini kıpkırmızı bir denize dönüştürdüklerini gördüm. Atamızın Mozolesi ise bir karanfil bahçesiydi.




M.C. Escher Sergisi

Of of offfff, ne çok şey birikti yine...

Gün içerisinde aklıma sürekli bir şeyler geliyor, şunu da yazayım, bunu da yazayım diye. iPhone'umuz da var aslında teknoloji çağına uyum sağlamalı; akla gelir gelmez 1-2 cümle yazmalı..

Neyse şöyle başlayayım; birkaç ay önce bizim şirketler grubumuz sosyal sorumluluk projesi kapsamında bir sanat galerisi açtı. Kesinlikle kar amacı gütmeyen, tamamen genç yeteneklerin desteklenmesi için yapılandırılmış bir proje gerçek oldu. İlk sergi şirket sahibimizin kişisel koleksiyonunda parçaları içeriyordu. Tabii söz konusu galerinin açılması olunca haftalarca gelen giden bitmek bilmedi. Yabancı bir misafirin geleceği bir gün ben de nasibimi aldım galeri tanıtım gezilerinden; misafirle birlikte galeriye gittim, tercüme yaptım. Bu kişi Hollanda Büyükelçiliğinde çalışıyordu (görevini söylemeyeyim hadi) ve ben sunmuş olduğum tercümanlık hizmeti karşılığında Cermodern'de sergilenecek Escher sergisi açılışına davetiye kazandım.

2 Mayıs Çarşamba günü iş çıkışı gittik. Escher kim derseniz bir ressamdan çok bir grafiker. 1898-1972 yılları arası yaşamış, çok çılgın eserlerin sahibi. İsmini ilk duyduğumda tanıdık gelmemişti bana, meğer çizimlerini gayet iyi biliyormuşum. Siz de bilirsiniz mutlaka; hani sonu olmayan merdivenler resme bir yerden baktığınızda aşağı iniyormuş gibi görünür, başka açıdan baktığınızda yukarı çıkıyormuş gibi. Bu resimlerin sahibi M.C. Escher işte. En çok beğendiğim birkaç tanesini sizlerle paylaşıyorum :

Escher'in otoportresi

 
Gölet, 1952 - Bu resimden çok etkilendim, resim ormanlık bir arazide bir aracın lastik izinin içine dolan suyu yansıtıyor. Büyüleyici değil mi?
 
Düzlem Doldurma II, 1957 - Muhteşem çizgiler ve gerçeküstü yaratıcılık
 

M.C. Escher sergisi 5 Ağustos'a kadar CerModern'de açık, gezmenizi öneririm.
Sevgiler...

15 Mayıs 2012 Salı

Resim





Yukarıdaki resim pek şeker değil mi??

Fakat bilemediniz, 3 yaşındaki yeğenimin anneler günü için kuzenime yaptığı resim değil bu.

Canım Kocamın hıdrellez dileği :)

Aşkım ne tatlısın yahuuuuu....

28 Nisan 2012 Cumartesi

Sanal Dünya


Facebook Türkiye'de yaygınlaşalı 4 belki 5 sene oldu sanırım. Kolay adapte olundu, insanlar vakitlerinin %60'ını face'de geçirdikleri için davetler hemen onaylanıyor, arkadaş listeniz bir anda 100lere çıkıyordu. Face eğlenceliydi de, oyunlar vs vs.

Ne zaman ki twitter çıktı, ben bu işin ucunu kopardım. Twitter'a zaten çok yeni üye oldum, 1 sene olmadı sanırım, ama hiçbir keyif alamıyorum. Amacının ne olduğunu da henüz çözemedim, yani amaç ünlüleri takip etmekse bir süre sonra sıkılıyorum. Tamam TT'lere yorum yazıyorsun bilmem ne; ama bende "bir twittera gireyim de neler olmuş bitmiş takip edelim bakalım" şeklinde merak uyandırmıyor.
Daha twitter'ı öğrenemezken bir de LinkedIn çıktı başımıza. Tamam burada da birilerini ekliyorsun ediyorsun da ne oluyor yani? Dün açtım LinkedIn hesabımı, bağlantı sayım geliştikçe amacını da anlayacağımı umuyorum. Tamam iş ilanları çıkıyor, eleman arayanlar sana ulaşıyor ama iş aramıyorsan da bir faydası yok gibi sanki.

Diyeceksiniz ki "madem anlamsız geliyor üye olma böyle yerlere", fakat olmaaaz.. Biz genciz, daha şimdiden ipin  ucunu bırakırsak 3-5 sene sonra "evladım şuraya basarsam patlar mı" seviyesine gelmemizden korkuyorum. Onun için daha fazla araştırma, daha fazla uğraş gerekli.

Sevgilerimle,

20 Nisan 2012 Cuma

53



Bugün tartıda 53'ü gördüm.

Gerçi 53,9 ama olsun :)
Ben mutluyum...

10 Nisan 2012 Salı

Bahar Hazırlıkları

Pazar günü çoktandır aklımızda olan; fakat bir türlü elimizin gitmediği bir işe kalkıştık. Evimizin arka bahçesi çok bakımsızdı, depo niyetine kullanılıp gerekli gereksiz bir sürü şey biriktirilmiş, şömine odunları üst üste alt alta depolanmış, karları, yağmurları yemiş çürümüş, cevizden dökülen yapraklar tüm zemini kaplamıştı. Yazın arka bahçede oturmak daha keyifli oluyor bu yüzden temizliğe girişmemiz şarttı.

Marketten en büyük boy çöp torbası aldık, eldiven ve tırmığımız da vardı, e daha ne olsun!

Önce odunları, atılacakları ayırdık, kenara topladık. Sevgili tırmıkla yaprakları temizledi, poşetlere doldurduk. Yabani otlar sarmıştı bahçeyi tabii, onları söktük, bahçenin eli yüzü açıldı. Köşede bakımsızlıktan yabani hake gelmiş güllerimiz var, onları da haftaya sökmeyi planlıyoruz, yerleri çok kötü çünkü..

Ve işte bahçemizin şimdiki hali. Daha yapılacak bir sürü iş var, taşlar sökülecek, ne yaptıracağımıza karar verilecek, ağaçlar dikilecek. Güllerin çalı şeklinde durmasındansa figüratif bir gül ağacı dikmeyi tercih ederim, gezip seçeceğiz bakalım.. Bir de maydonoz, nane, fesleğen gibi taze tüketilen yeşilliklerden eksek süper olur.

Yer kaplaması ile ilgili önerilerinizi bekliyorumm, ön bahçeyi tik ağacından yaptıracağız başka ne olabilirrr???

31 Mart 2012 Cumartesi

Sek Yoğurt

Benim en sevdiğim yoğurttur Sek, öyle ki ona alıştıktan sonra Pınar'mış, Sütaş'mış yiyemez oldum, tadı ekşi ekşi geliyor.

Reklamları da iyi hoş, çok eğlenceli; ama....

Taaa Şubat ayı başında bir yoğurt almışız 1000 gr galiba. Normalde bizde yoğurt kalmaz, haftasına biter; fakat nasıl olduysa bu yoğurt bugüne kadar kalmış. Son kullanım tarihi de 10 Şubat mı öyle bir şey. Geçenlerde fark ettim, içine baktım, kokladım, tertemiz, sapasağlam. Bir kaşık tadına bakayım dedim, mis gibi...

Annelerimiz anlatır ya yoğurdu 2-3 günde yiyeceksin sonra bozulur. Bunun üstünden iki ay geçmiş hala sağlam. Bir tuhaflık yok mu sizce de? Ben korktum açıkçası...


Yoğurt makinesi mi alsak???

17 Mart 2012 Cumartesi

İmza Kızın


Takip ettiğim bloglardan sevgili Leylak Dalı paylaşmış bu kampanyayı. Kopyala yapıştır yöntemiyle aynen aktarıyorum:
 
"Proje bir kitap olacak, içeriği ise tamamen duygusal:)) Şaka bir yana 100 tane kadından babalarına mektup yazmaları isteniyor. Yazılan bu mektuplar bir kitapta toplanıp basılacak ve elde edilecek gelir Darüşşafaka'ya, kimsesiz kızlara  bağışlanacak. Eğer siz de bu projede yer almak isterseniz babanıza A4 formatında, tek sayfalık bir mektup yazıp "imzakizin@gmail.com" adresine yollamanız yeterli. Gerisini Selgin ve Esra halledecek. Mektubunuzda babanıza duygularınızı anlatabilir, bir anınızı dile getirebilir, onun için yazdığınız bir şiiri ekleyebilirsiniz, size kalmış. Yazılanların proje sorumlularına son iletilme tarihi 1 Nisan, Babalar Günü'ne yetiştirilmeye gayret edilecek. Daha fazla bilgi ve detay almak isterseniz buraya buyrun:



iletişim: imzakizin@gmail.com"

Gar Gış Gıyamet


Angaralıya (!) sormuşlar 3G nedir diye, Gar Gış Gıyamet demiş.

Behzat Ç ile ünlenen "Angara" sözünden nefret etsem de espri böyle olduğu için yazmak zorundaydım. Kış mevsimi geride kaldı; ama yaşadığımız olaylı günleri yazmazsam olmazdı. Geç de olsa anlatıyorum işte..

Evimizde her ne kadar kullanamasak da en sevdiğim yer oturma odamız. Kullanamıyoruz çünkü hala sevgili Hemnes'imizden başka eşyamız yok. En yoğun kar yağışının sonrasındaki günlerden biriydi, cumartesi gecesi saat 1,5 civarı Okan'ı izlerken "şıp" diye bir ses duyduk. Önem verilecek bir şey değildi aslında; fakat bakmak geldi içimizden. İyi ki de bakmışız, canım oturma odamızın parkeleri kabarmış, minik bir tepecik olmuş! Ama etrafta su yok?? Nereden, nasıl diye araştırırken balkon kapısını açmamızla balkonu su bastığını gördük. Balkonumuzun ince bir gideri var. Kar yağınca giderimizin içi buz tutmuş, havalar biraz ısınınca balkonda ve çatıda güneş gören karlar erimiş, suları balkona akmış; fakat giderdeki buz çözülmediği için balkonumuz minik bir havuz haline gelmiş. Hatırı sayılır yüksekliğe ulaşan su kendine bir yol bulmuş ve parkelerimizin altına doğru ilerlemiş. Hemen aldık elimize kovaları, kürekleri, suları temizlemeye giriştik. 1 saatten fazla sürdü, suları boşalttık, henüz çözülmemiş buzların kırabildiğimiz kadarını temizledik, Vileda ile sildik süpürdük. Gideri de açmaya çalıştık tabii; ama mümkün değil olmuyor. "En azından suları temizledik" diyerek içeri girdik, zaten çok üşümüş ve yorulmuştuk, yattık uyuduk.

Sabah kalkar kalkmaz balkon geldi aklıma, gidip bakmamla ne göreyim, gece nasıl bulduysak aynen o halde! Güneş sağolsun Cumartesi günü eritemediği karları da eritmiş, çatılar tertemiz ama bizim balkon göl. Çünkü her yer eriyor bizim giderde tık yok! Suları kovalarla temizledim yine, Vileda ile sildim, yerleri kuruladım; ancak buzlara bir çare bulmazsak bu iş böyle sürmeye devam edecekti. Arabanın antifrizleri geldi aklıma, gittim bagajdan bir şişe antifriz aldım, balkona döktüm. Faydası oldu gerçekten, ben vurdukça buzlar parçalanmaya başladı, giderdekiler hariç :) Ben giderin Nisan'a kadar açılmasından ümidimi kesmişken, şansımıza sonraki günler sıcak geçti de tüm buzlar eridi.

O günden sonra her kar yağışında gideri kontrol eder olduk, buna rağmen 1-2 kere daha su baskınına ramak kalmışken kurtarma operasyonuna başladık. Siz siz olun kar mevsimi geldiğinde balkon giderinizi kontrol etmeyi ihmal etmeyin!

Bunu anlatmazsam içimde kalırdı, anlattım rahatladım, oh :)

11 Şubat 2012 Cumartesi

Yaşıyorumm!

Merak etmeyin hala yaşıyorum.

Biraz çok koşturuyorum; ama yaşıyorum, mutluyum.

Araba aldık, Zurnamız da kapının önünde duruyor hala, satış için ilan vermemiz lazım, içim elvermiyor. Sevgilim bazen şaka yapmak için "seni sordu, niye artık beni kullanmıyor, işe artık o gri arabayla mı gidiyor diye sordu" dediği zaman ağlamaya başlıyorum elimde değil. Ayrılmak zorunda olduğum ilk varlığım sanırım, küçücükken, annemin ilk arabasını atışının ardından yaptığım resimleri saymazsak :)

Gün içerisinde yazmak istediğim çok şey oluyor; şimdiye kadar hep "kısa hikaye" tadında yazmaya çalıştığım blog yazılarımın formatını artık "anlık not" şeklinde devam ettirebileceğim sanırım. Şey pozlarına girmek istemiyorum "aman çok meşgulüm, dünyanın yükünü omzumda taşıyorum, ölüyorum, bitiyorum" vs vs, sadece çok rahat bir süreçten hızlı bir sürece geçmenin zorluklarını yaşıyorum hala. Zaman yönetimini, planlamayı, programlamayı yeniden öğreniyorum. Kendimi çok noktada geliştirmem gerekiyor bu yüzden fazlasıyla çaba harcıyorum. Kendim için bu adaptasyonu en kısa sürede tamamlamayı diliyorum.

Yarın saçımı kestirmeyi planlıyorum, kahkül kestirip kestirmeme konusunda gidip geliyorum hala, son kararı kuaför verecek sanırım :)

Kar kış hafta içi işe gidip gelişimizi zorlaştırsa da keyifli geçiyor. Hafta sonları şöminede kestane kebap yapıyoruz. İşte böyle

Arayı çok açmadan yeniden görüşmek üzere, sevgiyle kalın...