27 Temmuz 2011 Çarşamba

Denetko için Bira ve Tost Vakti

Tatilimize gittik geldik, pazartesi sabahı işbaşı yaptık. 1 hafta bile olsa iş ortamından ayrı kalmak çok iyi geliyor. İnsan tüm düşüncelerinden uzaklaşıyor, sakinleşiyor. Şöyle bir uygulama zorunlu olmalı bence, her 3 aylık dönemde 3 günlük zorunlu izin. 3 ayda bir çarşamba-perşembe-cuma tatil olacak, insanlar rahatlayıp işe dönecekler. İnanın, en azından benim için, iş hayatının stresi çook çok azalır.

Bu yaz da her sene olduğu gibi Denetko'muza gittik. Bol bol biralarımızı içtik, gazinoda tostlarımızı, plajda mısırlarımızı, Güre'de balıklarımızı yedik. Ören'de midye dolma ve balık yemekten çatladığımız için karadutlu dondurma yiyemedik; ama daha önce Bodrum'da gördüğümüz, çok pahalı olduğu için alamadığımız doğal Mercan ağacının daha büyüğünü ve ucuzunu bulduk, onu aldık (ne alaka demeyin, öyle işte). Ankara'ya otobüsle döneceğimiz için ağacımızı yazlıkta bıraktık, annemler dönerken getirecekler.

Biz Denetko'da kalabalık kalmaya alışmışız hep, bu sene ikimiz yalnız gidince pek bir boş geldi. Sabahları saatlerce kahvaltı masasında oturmayınca, her akşam mangal yakmayınca evimizi özledik biz de. "Ankara'ya dönelim ama hala tatil olsun, işe gitmeyelim" dedik. :)

İnsan büyüdükçe tatilde yaptıkları da değişiyor. Geceleri kumsalda ateş yakmak, şezlonga uzanıp yıldız kaydırmak, müzikler dinlemek yerine gazinoda vakit geçirmeye başlıyor. Oysa ki ben ne çok severdim bunları yapmayı ve kumsalda söylediğimiz şarkıları.

1 hafta boyunca dinlendim, güneşlendim, yemek yedim ve arındım. Gazetelere bakamadım, korktum bakmaya. Birkaç güncük olsun bilmemek, duymamak istedim. Başardım da, bilmedim ve duymadım. Mutlu olabildim böylece. Geçenlerde Bahçeşehir Üniversitesi'nin yaptığı 2011 Türkiye Değerler Araştırması’nın sonuçlarını anlatıyordu köşe yazarları. Buna göre ülkemizde yaşayan her 100 kişiden 77’si kendisini mutlu hissediyormuş... Geçen hafta ben de dünya gündeminden bir haber olduğum ve böylece mutlu olduğuma göre ülke nüfusumuzun %77'si en azından Türkiye gündeminden bir haber diyebilir miyiz?? Bence deriz...

Pazartesi işbaşı yapmamızla hayata dönmemiz de bir oldu. Aldığımız en "gerçek" haber ise Denetko'daki yan komşumuzun vefatı oldu. Nasıl saçma bir hayat bu? Bu sene Cumartesi sabahı Denetko'ya vardığımızda ikram ettiği çayla içimizi ısıtmıştı, her zaman güleryüzü ile bizleri selamlar, sabahları erkenden denize gider, "bugün su çok güzel kaçırmayın" der, akşamüstü çiçeklerini sular, arada kahve keyfi yapardı. Kedicikleri vardı beslediği, kapısına gelip miyavladıklarında önceki günden kalan 3-5 şeyi koyardı tabaklarına. Komşuluk ilişkimiz bundan çok daha öte değildi belki ama İnci Teyzemizin orada olduğunu bilmek güven verirdi bize. Pazartesi sabahı işe giderken Face'den bir gördüm ki beyin kanaması sonucu vefat etmiş Pazar gecesi.

Bu aralar niye hep bu korku var içimde, birisine birşey olacak korkusu, öyle birşey olmadan birşeyleri yetiştirme korkusu. Oysa ki ne kadar basit, bir gece yatıyorsunuz ve pıt, zaman duruyor. Uzun bir sonsuzluk.. Ve işte o zaman herşey anlamsız gelmeye başlıyor, planlar, programlar, umutlar. Yarın diye birşey yok ki aslında, sadece ve sadece bugün...

15 Temmuz 2011 Cuma

Kifayetsiz

Nasıl içim acıyor...
Dün akşam aldığımız haber sebebiyle tabiki.
13 askerimiz.. Off çok üzücü..
Biz ki onların hayatını ancak filmlerden, bize yansıtıldığı kadarıyla hayal edebiliyoruz. Nefes filmi ne biçimdi, günlerce uyku haram olmuştu bana. Ama işte "günler"le sınırlı kalıyor sadece bu hisler. Çünkü orada yaşananlar bizim için hala filmden ibaret. Maalesef olayların gerçekliğini onlar kadar algılayamıyoruz.

Bu akşam yola çıkıyoruz, tatil için. Hani bir süredir sıkılıyordum, daralıyordum ya birşeylere, hani benim dünyamda çok önemli ama gerçekler karşısında boş şeylere, tatil iyi gelir diyordum. Biraz uzaklaşırım, kafam dağılır, hiçbir şey olmasa hava değişikliği olur diye düşünüyordum. Şimdi o tatili yap bakalım yapabilirsen.

Haberi aldığımızda dün akşam dolmuşla eve dönüyordum. Çıstak çıstak müzik çalan bir radyo arada haber olarak söyledi. Belli ki eline verilmiş bir metni içeriğini hiç düşünmeden, sadece ağzıyla okudu, sonra da "şimdi de Bengü'yle devam ediyoruz" deyip eğlenceli bir müzik çaldı. İnanın bu durum beni daha çok üzüyor, bu hissizliğimiz, duygusuzluğumuz, reyting telaşımız. RTÜK (tabi bunu yapacak adam olsa) yazı göndersin radyo kanallarına, "milli yas ilan edilmiştir, herkes yayınını haber kanallarına yönlendirsin, müzik yayını yasaklansın" desin. 17 Ağustos depreminde olduğu gibi herkes tek yürek olsun, diğerleri gücümüzü görsün.. Okan Bayülgen bile isyan etmiş, haklı adam..

Sonuç olarak, bu bizlik bir durum değil. Biz sadece üzülürüz, lanet ederiz, ağlarız. Ama umarım başkalarının vicdanı biraz olsun acır, bu dünyada olmasa bile yaptıkları cezasız kalmaz...

Başımız sağolsun...

14 Temmuz 2011 Perşembe

İştee

İşte üzerinde çok güzel bir not bulunan o zarfı açtığımda, beni karşılayan mis kokulu çiçeklerimm..Teşekkürler Görkemcim :)

Not: Şablon Picasso'nun Flowers tablosuna aittir.

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Aile Soyağacı

Güzel bir site buldum GENI isminde. Ailenizin soyağacını giriyorsunuz, mail adresleriyle vb, akrabalarınızı haberdar ediyorsunuz, böylece kocaman bir Aile Soyağacı çıkıyor ortaya.

Sadece kendi ailenizi yaparsanız pek birşey ifade etmiyor da, mesela annenizin babanızın ailesi de olayı sahiplenir, eklemeler yaparsa başladığınıza değiyor gerçekten.

Deneyin derim. Sevgiler...

12 Temmuz 2011 Salı

Runaway Love

Bir de ne güzeldir canın sıkıldığında bunu dinlemek, hayallere dalmak...Alice Gold - Runaway Love

İYİ İnsan Olmak ya da Olamamak

Hani bir söz vardır ya; "söylediklerin karşındakinin anladığı kadardır" diye, bu, hayattaki herşey için geçerli. Söylediklerimiz, yaptıklarımız ve yapmadıklarımız. Hatta annem şey der mesela: "araba kullanırken yanındakileri rahat hissettirebiliyorsan iyi şöförsündür". Öyle tabi ya, sen istediğin kadar "kontrol bende" de yanındakiler nefeslerini tutmuşlarsa bir faydası yok.

Karakterlerimiz için de aynı şey geçerlidir. Davranışlarınız karşıdakinin yorumlamasına göre anlam kazanır, ona göre iyi veya kötü bir insan olursunuz. Herkesin beklentisi, düşüncesi farklı olduğu için kimseyi mutlu edemeyiz, herkes her zaman birşeylerden şikayetçidir.

İnsanın karakterinin çevreye nasıl yansıdığını bilmesi de önemlidir. Bunun için çevreden gelen eleştirileri dikkate almak gerekir. Geçen gün ben de böyle bir eleştiri aldım. Günlerdir de bunun üzerinde düşünüyorum, üzülüyorum.

Hani demiştim ya "burayı ofisin dedikodu kazanına dönüştürmeyeceğim" diye, maalesef elde değil, çünkü insanların hayatı evden çok işte geçiyor. İş yerinde mutlu olmak önemli, çünkü işte mutluysanız eve mutlu gidersiniz. Kocanızla mutlu bir akşam geçirirsiniz, rahat, huzurlu bir uyku uyursunuz. Ben yine de burada olayları uzun uzun anlatmayacağım. Sadece dedim ya, çevreye yansıttığınız karakteriniz, olmak istediğiniz insan olamayabiliyor.

Ben bunu öğrendim. Her ne kadar içimde bir kötülük olmasa da, hesaplar kitaplar oyunlar olmasa da, mümkün olduğunca dürüst ve dedikodudan uzak, başkalarını düşünen, başkalarının hakkını yememeye, üzmemeye dikkat eden, herkese elimden geldiğince yardım eden bir insan olmaya çalışsam da, bunların İYİ bir insan olmak için yeterli olmadığını öğrendim.

Aklımdan atasözleri ve deyimler geçiyor sürekli, ne komik. "Hem suçlu hem güçlü olmak" vardır hani, "İyilik yap denize at" vardır, "alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste", "yavaş atın çiftesi pek olur" derler. 4S kuralı vardır sonra, burada yazamam ayıp kaçar. Bir de şu yazıyı görmüştüm Salomé'nin blogunda: You are a truthful person, but others do not always want to hear the truth.. Hayatın özeti bu değilse nedir?

Hayatın boyunca birisine en ufak bir iyiliğin dokunmuşsa böyle durumlarda bir mucize girer hayatına ve seni o derin düşüncelerden, duygulardan çekip alır. Sevgili Karakız'ın benim için yaptığı etamin de tam böyle bir mucizeydi benim için. Dersin ya, "tamam onu üzmüşüm, bunu kırmışım, ona bilmem ne yapmışım, ama bir kişiyi de mutlu etmişim, sevindirmişim ki o da uğraşıp bana bunu yapmış" Etaminindeki çiçekler gibi girdi hayatıma, mis kokularıyla içimi açtı. Çerçevelettirip odamıza asınca da evimizi ısıtacak.

Çok teşekkür ederim Görkemcim, mucizem olduğun, bana mutluluk verdiğin için. İyi ki varsın da güzel şeylerin varlığını, dostluğun sıcaklığını hatırlatıyorsun bana... Resmini de koyacağımmm, hiç merak etmee :)

Yine de bu yazının rengi derin bir mavi olsun. Hani okyanusların en derin yerlerinin karanlık, soğuk mavisinden... Yazılanları, yaşananları unutmamak için...

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Pet Shoplara HAYIR!!

Evcil hayvan sahibi olmak istiyorsanız lütfen birer ticarethane olan pet shoplar yerine sevginize ve ilginize muhtaç, terkedilmiş hayvan barınaklarına bir göz atın. Mesela Çankaya Belediyesi'nin Sahipsiz Hayvan Barınağı'nı ziyaret edebilirsiniz.

Pet Shoplara HAYIR diyelim, hayvan ticaretini bitirelim!

5 Temmuz 2011 Salı

Dövmeli Sevgili

Geçtiğimiz pazar çok çılgın bir gün olarak tarihe geçti.

Sabah 11'de kalktık, birşeyler atıştırdık ve 12:30'da apar topar evden çıktık. Neredeyse tek uyku günümüz olan pazar günü bu temponun sebebi Sevgilimin yaptıracağı dövme idi. Saat 1'de Filistin Caddesi'nde Everland Tatoo'nun önündeydik.

Sevgilim uzun zamandır bir Iron Maiden dövmesi yaptırmak istiyordu; fakat kafası çok karışıktı. O da olsun, bu da olsun dedikçe dövme dövmeden çok yağlıboya tablo halini almaya başlamıştı. Bu kafa karışıklığıyla kapısını çaldığımız Sercan işi sahiplendi, evirdi çevirdi Sevgilimin istediği bir hale soktu. Pazar günü saat 2de başlayan "operasyon", molalarla birlikte akşam üzeri saat 6ya kadar sürdü.

Sercan yaş olarak genç olmasına rağmen 5 yıldan uzun zamandır dövme yapıyor. Aslen İzmirli; ama ofisini açmak için Ankara'yı seçmiş sağolsun. Böylece biz de bu güzel dövmeyi yaptırabildik. Biz diyorum; çünkü Sevgilimin bunu yaptırmasını, kendim yaptıracakmışım kadar istedim. Onun için heyecanlandım, günlerce rüyalarıma girdi.

Ve işte Sevgilimin yaptırdığı dövme... Biz beğendik, gerçek bir sanat eseri oldu. Bu arada fotoğraf siyah beyaz olduğu için detayları çok iyi yansıtmıyor. Gerçek hali daha da muhteşem! Ta Taaaammm :

1 Temmuz 2011 Cuma

Atölye Beyaz

Ankaralılar arasında Ece Aymer'i tanıyan çoktur eminim. Blogunda yaptığı çeşit çeşit, tasarım ve zevk harikası ürünleri paylaşır.

Bugün de blogunu okuyordum, resimlere bakıyordum ve yapmayı ne kadar canım çekti anlatamam!.. Öyle güzel tasarımları var ki.. Bu bazı insanlarda olan özel bir yetenek, ah ne kadar çok isterdim bende de olsun..

Biliyorsunuz, etamine aşırı düşkünlüğüm var. 1000lerle telaffuz edebileceğim bir de model arşivim var; ama gelin görün ki yapmaya başladığım etamin sayısı 5-6 bitirebildiğim 1-2. Bugün elif.se'nin de yazdığı gibi ofisteyken bıraksalar koşa koşa eve gidip önce yürüyüş sonra etamin yapmaya başlayacağım, hızımı alamayıp bir de güzel yemekler yapar Kocacığımın göbüşünü doyururum. Ama akşam olup da eve gitmiyor muyuz... Yemek işini çarçabuk hallediyoruz, azıcık enerjim kalmışsa onu da yürüyüşe ayırıyorum, eve gelince bir duş ve TV karşısında pert!

Mesela bu yaz Atölye Beyaz'a yazılsam, evim için cici cici şeyler yapsam, etaminlerimi tamamlasam, yenilerini yapsam.. Offf çok şey istiyorum çoookkk...

Biri çocuk mu dedi???