28 Ocak 2011 Cuma

Kimlik

Hep mi vardı şimdilerde mi daha fazlalaştı bu kimlik bunalımı bilmiyorum. Kişisel bağlamda da, toplum bağlamında da geçerli söylediğim. Kime sorsan "Türkiye şöyle, Amerika böyle, biz niye öyle değiliz vs vs" gidiyor. Sonra söz Amerika'ya gelince, "efendim onlar da çok şımarık, yok kendini beğenmiş bilmem ne". Eee o zaman, biri kötü, biri iyi, bir tek sen misin yani mükemmel??? Sen hangisine aitsin ya da?

İşte yattığı yeri beğenmeyen, uzanamadığı ciğere de pis diyen insanlar, böyle ortada kalıyorlar bana sorarsanız. Ve bu çatışma insanların kişiliğine de yansıyor. Buraya göre fazla modern, hatta rüküş, Amerika'ya göre ise özenti insanlar çıkıyor ortaya. Tabiki hepimiz ithal ürünler, markalar alıyoruz, kullanıyoruz, günümüzde aksi mümkün değil zaten ama Amerika'yı da sen keşfetmedin ki kardeşim. Ne o öyle "her şeyi ben bilirim", "ben sadece Amerika'dan giyinirim", "buranın insanı şöyle, bilmemnesi böyle", "yurtdışında şunu şöyle yaparlar, burada ise böyle", "orası cennet gibi vallahi" tavırları?? Karşılarına geçip; "Çok beğeniyorsan git orada yaşa, seni tutan mı var??" diye bağırmak istiyorum. Tüm bu "ben yaşadım, ben gördüm" tavırları bana çok ucuz geliyor, devir internet devri sonuçta.

Bir de "herşeyi ben bilirim"ciler var ki, sizi asla ve asla dikkate almazlar. Düzenmiş, planmış, kuralmış, hiçbirşey önemli değildir. Birşey kendisine ters geldiyse o mutlaka yanlıştır ve değiştirilmesi gerekir. Sizin de onu itiraz etmeden yapmanız tabiki...

İşte böyle, bugün içimi döktüm size. Artık insanlara karşı nasıl davranmam gerektiğini bilemiyorum. Sürekli birşeyler isteyen bir insan değilimdir; ama belirli konularda insanlarla ortak çalışacaksak benim saygı gösterdiğim kadar karşı tarafın da saygı göstermesini isterim. Bunu göremediğim zaman çıngar çıkarmam, şikayet etmem, bas bas bağırmam mı gerekir, onu da bilmiyorum. Gereken oysa onu da yapabileceğimi pek sanmıyorum; ama bu karşıdakine "nasıl olsa sesi soluğu çıkmıyor, aynen böyle devam, çaktırma" deme hakkını verir mi? Bence vermez, vermemesi lazım -dı bir zamanlar.

Sanırım artık ben de geri kafalıyım... Bu yazının rengi de siyah kalsın...

27 Ocak 2011 Perşembe

Bugün Yine

Ben bugün yine dünyayı kurtardım.

Tabi siz bilmiyorsunuz, dünyamız çok büyük tehlike altında; canavarlar, kehanetler, felaketler, savaşlar... İşte ben hergün bunlarla uğraşıyorum, dünyamızı sizin için yaşanılabilir bir hale getiriyorum. Bugün de çok çalıştım, çok işler yaptım. Yarın sabah yepyeni bir dünyaya gözlerinizi açmanızı sağladım.

Ya da, oturdum sadece...

21 Ocak 2011 Cuma

Uyku Uyuyunca Güzel

Dün akşam mesaimin bitmesine yakın iyice kötüleşmiştim. Midemin ağrısından duramamam ayrı, bir de üstüne vücudum nasıl şişti anlatamam. Üşümeye de başladım mı? Eyvah dedim, kaptım şifayı. Üstelik evde yemek de yok!!

İş dönüşü annemi aradım, ne zamandır ben sana yemek yapayim deyip duruyor, kendisinden yardım istemediğim için, yoruluyorum diye üzülüyordu. Fırsat bu fırsat dedim ve annemden bu akşamki yemeklerden birer kap istedim. Hasta olduğumu tabiki söylemedim :)

Yemeklerimizi aldık, eve gittik, Sevgilime ısıttım yemekleri, ben pek birşey yiyemedim zaten, çorba içtim sadece. Sonra kırgınlığımı alması için bir ilaç içtim, battaniyelere sarındım, çoraplarımı giydim, saat 8'de yattım, uyudum. Ben ayaklarımı da üşütmüşüm sanırım biraz, bu yüzden çoraplarımı ütü ile iyice ısıttım öyle yattım. Gecenin bir vakti afakanlar içinde çıkartıp attım tabi :))

10 saat uyumak ne güzel oluyormuş, rüyamda öğleden sonra 4'e kadar uyuduğumu, bu yüzden işe gitmediğimi bile gördüm, sonra gözlerimi aralayıp Sevgilimin de uyuduğunu görünce rahat ettim.

Artık tam anlamıyla dinlendim ve haftasonuna hazırım :))
Sevgiler...

20 Ocak 2011 Perşembe

Kıvrılıp Uyusam.. Mesela Şuraya

Işıkları da kapatıp, ooohh keyif - http://www.cherrymenlove.com/

Ondan Bundan

Bugün biraz hasta gibiyim, karnımda inanılmaz bir sancı, sancı olmadığı zaman mide bulantısı, sürekli uyku hali ve yorgunluk. Geçtiğimiz haftalarda o kadar çok izin kullandım ki bu hafta tam gün işe gelmek zor geldi :)) Şaka bir yana 2 gündür çok geç yatıyorum ve dinlenemiyorum bir türlü. Bu gece de erken yatamazsam yarın şu bilgisayarın üzerinde kıvrılır uyurum...

Havaların yan etkisi mi bilmiyorum, yine herşey bir iyi bir kötü. İş olsun, keyfim olsun herşey değişken. Geçen haftasonu gazeteye benim bulunduğum pozisyon için ilan verildiğini öğrendim. Bu pozisyonda 2 kişi çalışıyor ofiste, birisi ben işte. İlan da öyle bir verilmiş ki, adres yok, telefon yok, standart formatımız dışı, yalnızca kurumsal olmayan bir e-mail. Bu durumda birkaç ihtimal var tabi; ya ben gidiciyim, ya arkadaş gidici ya da birimizin pozisyonu değişecek. Arkadaşlarımın genel kanısı ilanın beni olumsuz etkilemeyeceği yönünde; ama belli mi olur?

Olur da kabak başıma patlarsa, evimde oturur bol bol etamin yaparım diye hayal kuruyorum. Etamini o kadar sevmeme rağmen şu ana kadar yalnızca 2 proje bitirdim; biri Sevgilimin askerlik resmi, ikincisi karakızın düğün hediyesi... Kendim, evim adına birşey bitirebilmiş değilim yani. Bir duvar saati yapmaya başlamıştım, aslında o bitti sayılır. Etrafındaki bordürlerin bir kenarı kaldı sadece. Ama orayı yaparken de öyle bir hata yapmışım ki sökemiyorum, değiştiremiyorum, ortada kalakaldım. Marty Bell'in bir resmine başlamıştım, o da kör topal gidiyor, şimdi ise yeni bir projeye heveslendim. Sürekli yeni kumaş ve iplik alıp yarım bırakıyorum.

Etamin konusundaki açgözlülüğüm ne olacak bilmiyorum, internette sürekli yeni modeller araştırıyorum, klasörlüyorum onları, düzenliyorum, ama yapmaya vakit bulamıyorum. Akşamları eve gidince yeme içme, mutfak toplama sonrası saat 8 oluyor. Televizyona takılıyorum, ertesi akşamın yemeğini yapıyorum, saat 10 oluyor, 11 gibi de yatıyoruz işte. Bu program içerisinde etamin düzeneğini kur, yarım saat-1 saat yap sonra kaldır çok zoruma gidiyor. Hobi odamızı henüz düzenleyemediğimiz için ortalıkta da bırakamıyorum, evimiz derli toplu olsun istiyorum, günler öyle geçip gidiyor işte.

2011'de güzel etaminler bitireyim istiyorum; ama bir yandan da çalışayım istiyorum, yani evde oturmanın kimseye faydası yok değil mi?.. Gerçi şimdi evde olsam sıcak bir çay içerdim, yatar uyurdum, karnımın ağrısı da geçerdi ne güzel, puff :((

18 Ocak 2011 Salı

Stop-Motion Video

Çok eğlenceli bir stop-motion video gördüm Juve'nin sitesinde. Linki de şöyle SHE EXPLORES SHE COLORS . Dilerim sizin de hoşunuza gider.

Aşkım sen ne tatlı şeysin...

Haftasonumuz keyifli geçti. Cumartesi Sevgilimin iş yerinden arkadaşları geldi, film partisi yaptılar. 3 koca çocuk biraraya gelince ne yer ne içer diye düşündüm ve onlara açık büfe sandviç hazırlamaya karar verdim. Ton balıklı, tavuklu sandviç içleri hazırlayıp kaplarla sofraya koydum. Bir de küçük sandviç ekmekleri aldık, içlerini açtık. Dedim ki, bu ekmeklerin içine istediğiniz sandviçten koyun, yiyin. Çeşit çeşit içecekler, cipsler, soslar ve yaptığım zeytinli kek de cabası. Saat 2 gibi çıktım evden onlar da 2:30 civarı gelmişler. Yemişler, içmişler, sevmişler sağolsunlar :) Filmlerini de izlemişler, Sevgilim beni aradığında saat 7'ye geliyordu.

Bütün gün boyunca ben de annemlere gittim. Geçen hafta alışverişten boyumun ölçüsünü aldığım için AVMlere adım atmaya korkuyorum bir süre :))) Pastahaneden sandviçler, tatlılar almıştık, çay koyduk, yengemleri çağırdık. Kuzenim ve minik prenses ertesi gün İstanbul'a döneceklerdi, gitmeden onları da bir görelim istedik. Geldiler, birlikte yedik, içtik, oyunlar oynadık. Şimdi 1,5 yaşında, 86 cm boyunda; ama bakmayın böyle minik oluşuna, herşeye aklı eriyor, her dediğimizi anlıyor da işine gelmezse duymamazlıktan geliyor. Sevgi delisi, öpülmeye bayılıyor, hele bir de gıdısından öperseniz öööyle kalakalıyor. Saçında toka, kurdele falan olmasına dayanamıyor, hemen çıkarmaya çalışıyor. Ama "aaa ne güzel oldu Ada, ne çok yakıştı tokası" dersen dokunmuyor, güzellik uğruna tokaya katlanıyor :)))) Yemesi içmesi yerinde maaşallah, süte bayılıyor, öyle böyle değil. Paylaşmayı da çok seviyor. Mesela anneannesi sütünü ısıtıp biberona koyuyor, önce yapışıp yarısına kadar içiyor, o merdefe göbeği şişmeye başlıyor. Sonra başlıyor herkese süt ikram etmeye. Evde kim varsa biberonu ağzına uzatıyor. Biz de tabi dokunmadan "nam nam namm" yapıyoruz içmiş gibi. Mutlu oluyor, gülüyor, o güldükçe bizim içimiz açılıyor. Güzel yüzü, gözleri hep gülsün...

Gitme vakti geldiğinde ayakkabısını, montunu, atkısını giydi, tam kapıdayken döndü bize öpücük yolladı, bir de "babaay" dedi. Yol boyunca durdu durdu öpücük gönderdi, "babaay" dedi. Karanlıkta kendisini göremediğimizde bile sesi geliyordu hala.

1-2 saat daha oturdum bizim evde, o sırada Sevgilim gittiler diye aradı. Ben de evime döndüm. Bir gittim ki benim miniğim sofrayı toplamış, tabakları kaldırmış, sudan geçirmiş, yerdeki cips kırıntılarını süpürüyor. Sabah hazırlığı aşamasında da çok yardım etmişti bana. Arkadaşları da sevmişler yaptıklarımı, bir mutlu oldum ki sormayın.

Teşekkür ederim Sevgiliiiiiiimmmm....

11 Ocak 2011 Salı

Mersin'e Giden Kim??

Hani bir söz vardır "Herkes gider Mersin'e, sen gidersin tersine" diye, bu aralar Mersin'e giden mi benim, yoksa tersine giden mi merak içerisindeyim.

Önceki yazımda bahsettiğim gibi Pazar günü üniversiteden arkadaşlarımlar buluştuk. Buluşma programını 1 hafta önceden Cumartesi günü olarak yapmıştık, herkes de tarihin uygun olduğunu söylemişti. Ben aslında hazır Cuma günü de evdeyken Cumartesi bir arkadaşımı çağırmak istiyordum ama dedim ki çıkıntılık yapmayayım, ben de onay verdim Cumartesi günü için. Cuma akşamı saat 19:30-20:00 civarı telefon çaldı, arayan organizasyonu yapan arkadaşım (not: buluşacağımız arkadaşlarımızdan biri düğün hazırlığı içerisinde, Nisan Mayıs gibi planlıyorlarmış) : "X'ler düğün salonlarını gezeceklermiş, Pazar buluşsak olur mu diyor". Akşamın o saatinde böyle bir telefon gelince ne der insan, ne yapar? Mecbur tamam dedim; ama kahvaltı programımız olduğunu ve gecikeceğimi söyledim. Böylece Pazar saat 2 olarak sözleştik.

Pazar günü 1:30 gibi dağılmaya başladı herkes. Ben annemlere kahve pişirdim, rahat rahat içtim, saat 2'yi biraz geçe evden çıktım. Bizim evden Kentpark 10 dakika uzaklıkta zaten. Çıkmadan önce aradım, ben yoldayım, siz bir yere oturun, geliyorum dedim. Meğer onlar da daha yoldaymış, acele etme falan dediler, ben de benzin alayım o zaman dedim ve saat 2:20 de Kentpark'ın önündeydim. Bekle bekle kimse yok, bekle bekle kimse yok, aradım sonunda, hala yoldalarmış. 2:30 gibi buluştuk. Kısa bir "merhaba, naber" söyleşisinden ve öpüşmelerden sonra "hadi oturalım" dedik; ama "oturmadan önce Koton'a bakalım" önerisi geldi. "Peki, bakalım" dedim ve tam 1 saat, 1 SAAT Koton gezdik!!.

Ben mağaza gezmeyi tabiki severim, dolaşayım, onu deneyeyim, bunu giyeyim, hoşuma gider; ama tek başımaysam ya da yanımda Sevgilim / Kardeşim varsa. Hergün görüştüğüm birileri yani... Biz üniversiteden mezun olalı 5 sene geçti ve 5 senedir hiç görüşmedik. Tamam öyle can ciğer arkadaş da değildik ama yine de biraraya gelince konuşacağımız bir sürü şey var, en kötü ihtimal sınıf arkadaşlarımızı çekiştirir, hocaların dedikodusunu yapardık... Koton'da gezerken bir baktım ikisi de kayboldu, 5 dakika bekledim 15 dakika bekledim, sonunda aradım, kabinlerdelermiş, kıyafet deniyorlarmış. Ben kendime de 2-3 parça kıyafet almıştım, oturdum bir pufa, beklemeye başladım. Saat 3:30'u geçiyordu, Koton'dan dışarı adımımızı attık. Aradıkları bir hırkanın bedeni de Cepa'daki Koton'da varmış sadece, oraya geçelim dediler. Ben "artık oturalım, sonra bakarsınız" dedim.

Düğün hazırlığı yapan arkadaşımız yeni teşrif etmişti, bir yere oturalım dedik. Alışverişte enerjilerini tüketip acıkan arkadaşlarımız kendilerini yemek katındaki bir dürümcüye attılar, biz bekledik, saat 16:15 oldu. "Kahve Dünyası'nda kahve içelim bari" dediler, oraya oturduk. Ben bu arada programımız olduğunu, kalkacağımı söyledim, kahvemi çabucak içtim ve evime doğru yola koyuldum.

Koskoca iki günüm böyle bir buluşma için rezil oldu. Tamam Cumartesi çok keyifli geçti yine ama benim planlarım farklıydı işte. Ters olan ben miyim onlar mı karar veremedim. Normalde ne olur, 5 senenin ardından görüşecek olan 4 kişi öncelikle o güne başka program koymaz, hele de son dakikada. Ya da düğün salonu gezme planını önceden yaparsın, biz de en başından itibaren pazar buluşacağız diye kendi programımızı yaparız, bir tek senin vaktin değil ki değerli ve kısıtlı olan... Buluşunca da güzel bir kafede (herkes yemek yiyecekse restoranda) oturulur, kahveler içilir, herkes hayatını anlatır, nereden nereye geldiğini falan, işte biraz dedikodu yapılır, gülünür, geçilir, dağılınır. Buluştuğum kişilerden ikisi kamuda birisi de bankada çalışıyor, yani iletişim kurmayı, sosyal ortam adabını bilen insanlar. Üstelik birisi de bölümümüzün birincisi.

İnsan böyle böyle anlıyor ki bu hayatta çoğu şey yalan, boş. Gerçek olan ne, zorluk onu bulmakta...

Keyifli Başladı Öyle de Sürsün

2011 çok ama çok keyiflli başladı. Yılbaşı yemeğini 3 aile bir araya gelip bizim evde yedik. Ben Perşembe ve Cuma günleri işyerimden izin almıştım. Cuma sabahtan giriştik mutfağa annemle, o bir ucundan, ben bir ucundan yemekleri yapmaya başladık. Hindiyle pilavı annem yaptı, ben de balkabağı çorbasını. Mezeleri beraber yaptık. 19:30 civarı herkes gelmişti. Önden şarap - kuruyemiş - çikolata üçlüsüyle başladık atıştırmaya, sonra sofraya geçtik. Yemek sonrası çaylar içilirken tombalamızı açtık, ailecek tombala oynadık. Ben hiç böyle kalabalıkta tombala oynamamıştım, ne kadar da eğlenceliymiş... Öyle çok güldük ki, gece herkes gittikten sonra bile biz Sevgilimle düşünüp düşünüp gülüyorduk. Saat tam 12'de dışarı çıktık, şampanyamızı patlatırken havai fişek gösterisi izledik, pastamızı kestik, sonra tombalaya devam. İnsanın kendi evinde kutlama yapması, misafir ağırlaması ne güzelmiş... Herkes gittiğinde, biz ortalığı biraz toplayıp yattığımızda saat 3:30'du.


Sonra herşey kaldığı yerden devam etti, Pazartesi işe başladık, aynı telaş aynı koşturmaca. Geçtiğimiz Cuma ve Pazartesi günleri ben izinliydim (2010'dan kalan izinlerimi kullanıyorum). Çarşamba günü minik prensesimin Ankara'ya geleceği haberini aldık, ne büyük mutluluk :) Cuma sabahı önce annemlere kahvaltıya gittim, sonra da beraber prensesimizi görmeye gittik. Nasıl büyümüş, tam bir kız çocuğu olmuş, tatlı mı tatlı, tombik yanaklıı.. Öpmeyi de öğrenmiş, boynuna sarılıp öpüveriyor ıslak ıslak. Ben kahvaltı için havuçlu kek yapmıştım, ondan yedi. Oynadık, dans ettik, uyku vakti gelince esnemeye başladı, anneannesi yatırdı onu, mışıl mışıl uyudu. Biz de annemle Armada'ya gittik, gezdik dolaştık. Prensesimiz güzellik uykusundan kalkınca annesi ve anneannesi ile birlikte bize katıldılar, Starbucks'ta kahvelerimizi içtik (prensesimiz sütünü içti), biraz daha dolaştık ve evlere döndük.

Çok güzel bir haftasonu geçirdik. Aslında ben izinli olduğumdan yapmak istediğim bir sürü şey vardı ve tabiki çoğunu yapamadım; ama bol bol gezdik dolaştık. Cumartesi günü hava çok güzel olduğundan Kardeşimi de alıp Tunalı turu yaptık. D&R'dan kitaplar, filmler aldık. Akşam eve geldik, yemek yedik ve Sevgilimle ikimiz, üçlü kanepemize sığışıp Ghost izledik. Ben çok severim o filmi, Sevgilimse hiç izlememiş. Hoşuna gitti onun da... Pazar günü ise büyük aile kahvaltımız vardı. Biz 3 aile, yengemler, kuzenim ve prensesimiz annemlerde kahvaltıda buluştuk. Keyifli bir sabah oldu. Saat 2'de taa üniversiteden arkadaşlarımla buluştum. Buluşmamızın detaylarını bir başka yazımda anlatacağım.

Pazartesi günkü iznimi ise kendimi alışveriş merkezlerine atarak kullandım. Armada, Cepa, sırayla önüme çıkan her yeri gezdim. Kendime ciciler aldım. Şöyle bir düşündüm de 1 senedir indirim sitelerinden aldığım 3-5 parça şeyin dışında kendime hiçbirşey almamışım.. E tabi evlilik planı olunca tüm harcama planları o doğrultuda oluyor, tabak çanak vs. vs.

Ve işte bugün normal yaşantıma döndüm.. Dilerim 2011 başladığı gibi keyifli bir şekilde devam eder, içinde küçük sürprizler barındırır, hepimize mutluluk, sağlık getirir.

Sevgiler...