26 Nisan 2011 Salı

Hafifim Hafifsin Hafif

Bu haftasonu ayların sıkıntısını,gerginliğini attım üzerimden.

Ofisten arkadaşlarla gün yapmaya başladığımızı, Nisan ayında sıranın bende olduğunu söylemiştim. Program belli olduğundan beri daralıyordum, birşeyleri düşünmekten yorulmuştum artık. Nihayet geçen hafta evde yoğun bir tadilata giriştik. Evimizin mutfak dolaplarını babam yapmıştı; ama birkaç eksik vardı. Düğün sonrası da kendi işlerine yoğunlaştı doğal olarak ve dolaplar kaldı öyle. Bu durum vesile olunca alelacele eksikler tamamlandı.

Salonumuzda sehpamız ve tv dolabımız eksikti. Gezdiğimiz yerlerde birşey beğenemeyince özel yaptırmaya karar vermiştik. Sonra da madem yaptırıyoruz en güzeli olsun diye diye bir modelde karar kılamamıştık. Geçtiğimiz ayın sonunda ancak doğru düzgün oturup, konuşup birşeyler çıkardık ortaya. Güvenlik Caddesi üzerindeki Grand Möble'ye gittik, Aytekin Bey ile konuştuk, mobilyalarımızın yapımını başlattık. Cuma akşamı teslimatı yaptılar. İstediğim ölçülerden biraz küçük olmakla birlikte çok güzel, çok şık oldu mobilyalarımız ve salonumuza çook uydu. Bu arada artık resim de koyabilirim buraya :D

Salonumuzda ve diğer odalarda eksik gedik ne varsa düzenledik, toparladık, evimizi yepyeni yaptık. Gerçekten de yeni taşınıyormuş gibi hissettim bir an kendimi...

Cumartesi günü alışverişimizi yaptık, evimize gelip yemekleri yapmaya başladım. Ana yemeğimiz şöminede sucuk olacaktı. Yanına da çeşit çeşit zeytinyağlılar işte; barbunya, patates salatası, tahinli közlenmiş patlıcan salatası, tavuklu-cevizli-peynirli börek, akdeniz salatası. İki de minik misafirim vardı, onlara da patates kızarttım bir de uğur böceği yaptım. Tatlı olarak da Cafe Anki'den Tiramisu.

bir kısmı yenmiş uğurböceklerim

Pazar günü saat 2'de geldi kızlar. Cumartesi günü hava günlük güneşlikken pazar günü yağmur dinmek bilmedi. Şöminemizi yaktık, evimizi gezdirdim, beğendiler. Ateş kıvama gelince sucukları koyduk, bir güzel pişirdik. Ben o sırada salataları dağıttım. O gün sabah marketten yuvarlak kepek ekmeklerden almıştık. Ekmeklerin altlarımı kestim, içlerini çıkarttım. Küçük birer kase haline geldiler. İçlerine bir damla zeytinyağı döküp fırında 10 dak. kızarttım misafirlerim gelmeden önce. Sofraya geçerken de salataları bu kaselere koydum. Hem çok şık bir sunum oldu hem de sofrada salata tabağı için yer açmama gerek kalmadı. Yemeklerim de güzel olmuştu, sevdim ben. Onlar da sevdiler diye düşünüyorum, çoğunluğu bitti çünkü. Tatlımızı da biir güzel indirdik midemize çayla birlikte. 3 saat kadar oturdular, sonra yavaş yavaş dağıldılar. Ben de o andan itibaren bir rahatladım, bir hafifledim ki sormayın.

Şimdi mutluyum, gururluyum (peh peh) ve işte hafifim :)
P.S. Küçük çocukları olan annelere bu uğurböceklerini ısrarla tavsiye ederim. Eti'nin Tadında bisküvisinin üzerine krem peynir sürüyorsunuz. Üstüne bir yaprak nane, yarım cherry domates. Domateslerin arkasını (kuyruk bölümünü) ters V şeklinde kesiyorsunuz, ön tarafına uğur böceğinin kafası gibi düşünerek zeytin dilimleri yerleştiriyorsunuz. Son olarak da domateslerin üzerine zeytin ezmesi ile benekler yapıyorsunuz. Krem peynir bekleryince bisküviyi erittiği için ben o kısmını yapmadım; yapsam daha da sevimli olabilirdi. Böyle de çook çok güzel oldu herkes çok beğendi.

18 Nisan 2011 Pazartesi

Beko'muzu Uyuttuk :(

Beko, yani Bekir, benim Sevgilimin 11 yıllık kedisi. 11 sene önce sokakta bulmuşlar onu, hem de bir arabanın altında kalmak üzereyken. Almışlar eve getirmişler. Sevgilim İstanbul'daymış o sırada, dönünce görmüş, pek beğenmemiş. Tipik tekir sokak kedisi işte.

Zamanla alışmışlar birbirlerine, Sevgilim onu sevmeye başlamış. Sevgi dediysem canımlı cicimli olmayı anlamayın hemen. Bizimki daha çok kuyruğunu çekme, bir iki şaplak atma, gıdıklama türü bir sevgi. Bekir'e bütün eğitimlerini bizzat Sevgilim vermiş; yüksekten atlama (gardırop üstünden), kaleci olma, dengede durma (sallanan kapının üstünden düşmeme), kavga teknikleri gibi. Yetmemiş, Sevgilimin dinlediği müziklerden Bekocuk da nasibini almış, bangır bangır dinlemiş. Bu disiplinli eğitimin sonunda da böyle aslan gibi bir kedi olmuş çıkmış.

Ben köpekçiyimdir, kedileri uzaktan severim. Oturduğumuz site kedi dolu, ve herkes hepsini besler. Küçükken benim de öyle bir kedim vardı, severdim yemek verirdim. Bir gün severken çok kötü tırmaladı beni, ondan sonra da kedilere karşı bir soğukluk oldu içimde. Uzaktan yine severim de kucağıma alıp okşamam. Bekir'le de çok yakın bir ilişkimiz yoktu. Birkaç kere başını sevmiştim, o da Sevgilimin hatrına. Zaten Bekir de sevilmekten hoşlanan bir kedi değildir. Kendisine dokunulmasını sevmez.

Kendine has bir karakteri vardır, asidir, sinirlidir, bencildir de. Evi otel niyetine kullanır, gün boyu hep dışarıdadır. Kısırlaştırılmış olmasına rağmen çapkındır. Evde yemeğini yer, dışarı çıkınca sokak kedileri için konan mamaları da yer. Güvercinleri kovalarken balkondan (1. kat) düşmeye bayılır, bir de balkondan atlamaya üşenirse apartmandan çıkan komşuların kafalarını basamak niyetine kullanır. Sabahın köründe dışarı çıkmak için miyavlamaya başlar, uyanmazsan gelir kafana basar, çıkınca üşüyüp geri döner, Sevgilimin pencerisini tıklatır, Sevgilim içeri alır onu. Bu dediğim sabah 4-5, öyle..

Mahallenin kabadayısıdır, karşısında tüm kediler titrer, sıkı kavgacıdır. Sokak köpeklerine bile diklendiği olmuştur da Allah'tan köpekler onu ciddiye almamışlardır :D Cep kaplanıdır, öyle güzel desenleri vardır ki her gören kaplana benzetir. Gözleri ise bir değişik, bir ürkütücü.. Annem mesela bakamaz gözlerine, içim tuhaf oluyor der.

Di yani.. Geçtiğimiz hafta Bekirimizin her iki böbreği de iflas etti maalesef. Bir süredir tedavi altındaydı, veterinerde kalıyordu ama ilaçlara cevap vermez olmuştu. Böbrekler de artık dayanamayıp pes edince Bekirimiz hızla kilo vermeye, güçten düşmeye başladı. Veterineri yaşadıklarını şöyle anlattı bize: "nasıl ki ete asit dökerseniz o et yanar, Bekir'in vücudu da öyle yanıyor; çünkü üre dolaşıyor damarlarında." Uzun süre uyutmak konusunda tereddüt ettik; ama arka ayakları tutmamaya başlayınca zamanın geldiğini anladık.

Son iki gününü evinde, yatağında geçirdi Bekircik. Cumartesi günü de Sevgilimin kolları arasında son nefesini verdi, Sevgilim çok ağladı, çook. Bu yaşanması gereken bir süreçti ve daha fazla acı çekmeden bitti. Şimdi güzel mahallesinde mışıl mışıl uyuyor.

Canımız Bekirimiz...

14 Nisan 2011 Perşembe

Carmen Night!

3D bir filmi ilk izleyişimdi. Daha önce Paris Disneyland'de kısa bir film izlemiştim; ama o konusu olmayan, 3-5 hareketli figürün olduğu, bir köpek hapşuuu diye suratımıza hapşururken önümüzdeki sıranın koltuklarından yüzümüze birkaç damla suyun fışkırtıldığı şaşırtıcı bir animasyondu yalnızca. Bir de ağzını kocaman açmış, diliyle bize doğru tıslayan bir yılan vardı ki, hala düşündükçe ürperirim, brr!!


Carmen, öncelikle çok keyifli bir operaydı. Şarkıları insanı coşturuyor, danslar, renkler, herşey çok güzeldi. Kadrosu oldukça kalabalıktı, özellikle çocukların koro halinde şarkı söylediği bölümler çok hoşuma gitti; çünkü bu tür şeyleri çocuklara yaptırmak hep daha zordur. Konusu da gayet sürükleyiciydi. Süresi kulağa uzun geliyordu; ancak 3 saat çabucak geçti.

Filmi 3 boyutlu gözlükle izlemek ilk yarıda bende epey baş ağrısı yaptı. Gözlüğü gözüme çok bitiştirmişim. Bu yüzden başımın arkasında felaket bir karıncalanma oldu ve ara ara gözlerimi dinlendirmek zorunda kaldım. İkinci yarıda gözlüğü burnumun ucunda tutunca rahat ettim. Tavsiyem siz de öyle yapın. 3D efektleri eğlenceliydi; fakat IMDB'de film yorumlarını okuduğumda, sahne yeterince aydınlık olmadığı için 3D'nin gerekli etkiyi göstermediğini yazmıştı eleştirmenler.

Eleştiriler nasıl olursa olsun, biz çok keyif aldık. Gerçi Sevgilim operaya o akşam gideceğimizi unutmuş, önceki gece de epey geç yatmıştı. O gün öğlen konuşurken operanın akşam olduğunu öğrenince karalar bağladı. Bütün akşam da "ah evimde olsam, uyusam" dedi durdu. İzlediğinden keyif aldığını ancak ertesi gün itiraf edebildi :) Aynı saatlerde bir başka sinemada babam da aynı şeyleri söylüyormuş, sonradan annemden öğrendik. Erkekler neden böyle...

Carmen 20-21 Nisan tarihlerinde de gösterilecek, şimdilik başka da oynamayacak. Vaktiniz varsa, yer bulabilirseniz kaçırmayın.

Sevgiler,

8 Nisan 2011 Cuma

Sorun Sende Değil Bende

Öyle olmalı yani.
Herkes iyi, ben kötü olduğuma göre, herkes doğru, ben yanlış olduğuma göre, sorun kimsede değil bende olmalı.

Canım blogumu ofisin dedikodu kazanına dönüştürmek istemiyorum; fakat öyle şeyler olup bitiyor ki artık dayanamıyorum. Şunu anladım ki çalışmaya başladığınız yerde ilk sene işe alışma ve herkese dedikodu malzemesi olma dönemi. Bu dönem içerisinde zaten herkesi yeni yeni tanımaya başlayacağınız için sürece müdahale şansınız pek yok. İlk seneden sonrası ise artık dedikodu üretmeye başlamanız veya en azından dönen dedikodulara dahil olmanızı gerektiren ve hiç bitmeyen bir süreç. Bu sürece direnirseniz, yani "yok ben dedikodu yapmam" derseniz, dedikodu malzemesi olmayı kabullenmişsiniz demektir.

Bir sigara reklamı var hani, "hiç kimse işi ve sağlığı arasında tercih yapmak zorunda bırakılamaz" diyor, kendimi tam da bu noktada hissediyorum artık. Düşünün ki, sohbet ettiğiniz, güvendiğiniz birkaç kişiye birşeyler anlatıyorsunuz laf olsun diye. Hemen mi yayılır bütün ofise? Sonra siz bu insanlarla iletişiminizi sınırladığınızda bu sefer "soğuk" oluyorsunuz, "suratsız" oluyorsunuz, daha neler neler. "Burnu havada" bile olmuştum bir seferinde. İnsan bu duruma bir gün katlanabiliyorken ertesi gün dayanamıyor, nefes alamıyor. Bu sefer de "sinirli"ye çıktı mı adınız, hayırlı olsun. Bu yüzden artık ne olursa olsun kimseyle "merhaba merhaba" dan öteye gitmemeye karar verdim.

Kendileri nasıl? Öğlen herkesin yemek yediği bir kafemiz var ofisimizde, sohbet muhabbet gırla. Üst rütbelerden birisi de orada diyelim ki, herkes nasıl sevimlii, güleeçç. Şekerlik abidesi mübarek. Adam kafeden dışarıya adımını attığı anda "asıl" muhabbet dönmeye başlıyor. Ben bu ortamlarda geriliyorum, daralıyorum, sinir basıyor. İşte konuşmayıp, "konuya" dahil olmayınca da "kötü" oluyorum.

Bir de herkesin afrası tafrası. Stajyerinden temizlikçisine herkes mi laf sokar yaa? Biri gelir salak muamelesi yapar, anladığımdan emin olmak için 3 kere tekrar eder her lafı, öbürü gelir boşta duran bardakla çay içince "bardağın üzerine kondu" der herkesin ortasında, başkası onun işinden önce başkasınınkini yaptığım için bir hışım alır önümden kağıtları. Nedir bu yaa?? Kimin hayrına neyi çekiyorum yani... Birşeyleri gerçekten yanlış yapıyorsam beni seven birisi de çıksın onu söylesin, ben kendimi düzeltmeye çalışayım.

Yok yok böyle olmayacak, güzel şeyler düşünmek lazım, bahar geliyor, çiçekler açıyor, haftasonu başlıyoor, gibi...

4 Nisan 2011 Pazartesi

6 Aylık Evliyizz

Bu Cumartesi evliliğimizin altıncı ayını doldurduk. Koskocaman 6 ay.

Sevgilim Çukurambar Big Chefs'e yemeğe götürdü beni; ama bir heyecan bir heyecan sormayın. "Nooluyor" diyorum, ses yok. Evlenmemiş olsak diyeceğim ki evlenme teklif edecek, öyle bir telaş.

Saat 8 civarı Big Chefs'e girdik, bizi masamıza yönlendirdiler. Bir baktım ki masamız gül yapraklarıyla donatılmış, kadehler içerisinde mumlar, benim tabağımda da tek bir gül. Çok güzeldi, çok şıktı, nasıl hoşuma gitti anlatamam. Resim anlatır belki :)
Evlilik güzel şey, keyifli şey. Darısı tüm isteyenlerin başına :)))