23 Temmuz 2010 Cuma

Hazırlıklar Tamammm



Bavullar toplandı, biletler alındı, hava güzel, deniz soğuk...

Ver elini tatiillll :))))))))

22 Temmuz 2010 Perşembe

Adı : İlham

Çok eskiden, ilk çıktığı zamanlarda okuduğum bir kitaptı Adı: Aylin. Çok  etkilendiğimi hatırlıyorum.. Herhalde ortaokulda falandım, tam liseye geçiş dönemindeydim. Liseye geçiş demek mesleğini seçmek demekti; çünkü alan tercihini ona göre yapacaksın, seçmeli derslerine karar vereceksin vs.

Nedendir bilinmez, ben kendimi bildim bileli hep tıp isterdim. Ortaokulda "Çocuk Doktoru olacağım" diye tuttururdum, lisede Psikiyatriye kaymaya başladım. Lise sonda, yani sınava gireceğim sene babaannem çok sancılı bir hastalık geçirdi, aylarca hastanede yattı ve maalesef vefat etti. Bu süre içerisinde biz çocuklar, hastane ortamına çok fazla dahil olmadık; fakat birkaç sefer gitmemiz benim hastanelerden soğumam için kafi geldi. Üniversite tercihi sırasında da babamın işyerini düşünerek İşletme Bölümünü seçtim. Sonuçta bir işe yaramadı ama okuduk bitti işte..

Adı: Aylin bu kadar zaman sonra birçok yerde karşıma çıkmaya başladı. Arkadaşlarla sohbetlerde, Karakız ile yazışmalarda, kitapçılarda.. Ben de düşündüm, bu kitabı tekrar okuma vaktinin geldiğine karar verdim. İyiki de okumuşum, öyle güzelmiş ki.. Aylin bu dünyaya gelen ender insanlardan, eğitimli, hırslı, çok çalışkan, gözükara, zevkli, kültürlü, neşeli, çok zeki, güzel ve daha nice şey. Köklü bir ailenin başına buyruk, aklına koyduğunu yapan kızı. 26 yaşında tıp okumaya başlayabilecek kadar çılgın; fakat Psikiyatri dalını seçip kendini Amerika'nın 1 numaralı doktoru yapacak kadar kararlı, çalışkan. Tek kelimeyle muhteşem bir insan. Derken orduya katılmalar, eğitimler, araştırmalar, boşanmalar. Ve o sırada gelen sır ölüm...

Okurken çok duygulandım (gerçekten ağladım), çok heyecanlandım, onunla mutlu oldum ama bir o kadar da kızdım, inatçılığına üzüldüm... Keşke sonu böyle olmasaydı...

Sonra aklıma geldi, benim lisede Psikiyatriyi istememin sebebi Aylin miydi acaba?

20 Temmuz 2010 Salı

Yeniden Doğdum

Nasıl bir haftasonuydu anlatamamm.. 2 gün içerisinde o kadar çok farklı duyguyu ardı ardına yaşadım ki, kendimi yepyeni hissediyorum.


Cumartesi günü çok özel bir gündü, çünkü sevgili dharma'cığım henüz almış olduğu Yoga Eğitmenlik Sertifikası kapsamında ilk yoga dersini verdi!! Ben daha önce hep televizyon karşısında yoga yapıyordum, ilk kez bir eğitmen eşliğinde yoga yaptım ve ne kadar farklı olduğunu gördüm. En temel fark şu, evde siz kendi kendinize de gayet yeterli şekilde yapabilirsiniz, esneyebilirsiniz; ancak sınırlarınızı zorlayamıyorsunuz. Çünkü ister istemez vücut "ben en fazla bu kadar yapabiliyorum, uğraştırma beni" diyor.. Oysa yanınızda bir eğitmen olunca ve sizi yönlendirince imkansız sandığınız noktalara hiç zorlanmadan ulaşabiliyorsunuz. Örneğin savaşçı duruşunda geriye eğildiğimiz bir pozisyon vardı, sevgili dharma'cığım yapabildiğimin 2 katı eğilmemi sağladı. Çok çok çok güzel bir duyguydu... Ayrıca çok istediğim, estetik bulduğum; ancak yapamadığım köprü duruşunu da yaptırdı bana. Tabi ben yandaki bayan arkadaş kadar başarılı değilim henüz..

Dersin yoğun programı bitttikten sonra uzandık, kuş cıvıltıları ve şırıldayan dereler eşliğinde siz deyin 5 dakika, ben diyeyim 45 dakika yattık, içimize döndük, vücudumuzu dinlendirdik. Ve ben o süre içerinizde vücudumdan çıktım, o derelerin aktığı yere gittim, çimlerin üzerine uzandım, çimenle karışık kır çiçeği kokuları geldi burnuma.. Başkası söylese inanmayacağım, muhteşem bir deneyimdi.. Şu tatile gidelim gelelim mutlaka yazılacağım..
Evet tatile gidiyoruuuuummm
Cumartesi günü böyle uyuşmuş bir halde dolaştım durdum, öyle ki, kuaföre yolunmaya gittiğimde hissetmedim bile.. Tamam normal zamanlarda da ciyak ciyak bağırmam, ama nefesimi tutarım, gerilirim yani. Cumartesi nasıl rahat, nasıl güzeldi anlatamam... Narkozluymuş gibi yattım, kulaklarımda cıvıltılar, zaten her yerim tutulmuş... Bundan sonra her yolunma öncesi yoga yapılacak!!!



Şaka bir yana, gerçekten kendime gelmem epey uzun sürdü. TV8'de Yoga TV'yi takip ederken oradaki eğitmen, Kris McIntyre, çok yoğun geçen derslerden sonra içi kaplayan bir huzurdan ve yoganın bu huzur sebebiyle bağımlılık yarattığından bahsederdi. Sanıyorum benim de hissettiğim o huzurdu... Muhteşemm..

Bu güzel cumartesinin üstüne bir de çok güzel bir pazar geçirdim. Ofisimizde bir arkadaşımız evleniyor, biz de bu pazar günü gelin hamamı & kahvaltı düzenledik. Pazar sabahı 7'de kalktım, giyindim (akşamdan çantamı hazırlamıştım) ve 8'de çıktım evden. Ulus'taki Şengül Hamamı'na doğru yola çıktım. Bu hamama ilk gidişimdi, bu yüzden heyecan da vardı.
Soyunup dökünüp girdik hamama peştemallarımızla, içerisi deli gibi sıcak ve buhar tabi. Sularımızı dökündüük, tefimizi, darbukamızı çaldık, oynadııııkk, müthiş eğlendik. Sıra kese faslına geldi, teker teker kurbanlık koyun gibi yattık göbek taşına, icabımıza bakıldı :)) Kesenin üzerine bir de köpük masajı, ooooh keyif.. Cumartesi günkü yoganın üzerine bir iyi geldi, tüm kaslarım yayıldı, yeniden doğdum.. Hamamda bir de kahve masajı vardı, ben yaptırmadım ama o kadar güzel kokuyordu ki.. Bildiğimiz Türk Kahvesini alıyor teyzem, bir paketini tüm vücuda sürüyor. Kahve doğal peeling imiş. Evde konuşurken annem anlattı, eskiden köylerde falan herkes sürermiş yüzüne. Kahve üzerinizde kuruyunca da yıkıyorsunuz, bu kadar. Ama yaptırdıktan sonra cilt bir parlıyor, bir parlıyor, anlatamam.

Hamamda biraz daha güldük oynadık ve Kale'nin içindeki Zenger Paşa Konağı'na doğru yola çıktık. Biz gider gitmez masamız ballarla, reçellerle, kaymaklarla bir donatıldı ki sormayın.. Simitler, bazlamalar, gözlemeler de cabası. Yedik yedik yedik, üstüne Türk Kahvemizi içtik, falımıza da baktırdık ve evlere dağıldık. Ben de koşa koşa Sevgilimin kollarına gittim, sarıldık kocaman. Biraz dolaşmak için Tunalıya indik, yürüdük, Kıtır'da biralarımızı içtik, Sevgilim kokoreç yedi ve evlerimize döndük..

Çok yoğun, çok eğlenceli, çok farklı bir haftasonu oldu. İyi ki de oldu...
Sevgiler...

15 Temmuz 2010 Perşembe

Coping With Loss

Denial

Anger

Bargaining

Depression

Acceptance
hıh, komik!!

12 Temmuz 2010 Pazartesi

seçtim SEÇTİM seçtiiiiimmmm!!

Evet, 1,5 ayın sonunda 10 Temmuz Cumartesi itibariyle gelinliğimi seçmiş bulunmaktayım. Sevgilim blogumu okuduğu için resmini koyamıyorum maalesefff :(((

Cumartesi günü 2 annem ve 2 kardeşim La Bianca'da buluştuk. Karar verme niyetiyle geleceğimizi telefonda söylemiştik, bu yüzden günün en son randevusunu almıştık. Güzel görünen ne kadar gelinlik varsa denedim, gerçekten 10 tane denemiş olabilirim.. Zaten 2 saatte ancak çıkabildik. Her bir gelinliği giydiğimde sıralama yaptık, beğenmediklerimizi eledik. Sona 2 tane kaldı, herkesin beğendiği; fakat seçmiş olduğumuz gelinlik tarz olarak diğerlerinden (gezdiğimiz bütün gelinlikçilerden) farklı geldi ve bu hoşumuza gitti. Üzerine duvağı da takınca muhteşem oldu, muhteşemm... Gelinliğimiz Amerika'dan efendim, Sincerity Bridal, 2010 Model.

Model yılını özellikle yazmamın bir sebebi var, geçen hafta bir iş çıkışında şu meşhur terziye gittim. Randevusuz gittiğim için 1 saate yakın bekledim (içeride prova vardı), sonra da 15-20 dak. konuştuk. Kadına Beyaz Butik'te beğendiğim modelleri anlattım ve direkt söyledim, onlardan diktirmek istiyorum maliyeti kaça olur diye. Hanımefendi söze gelinlik modellerini kötüleyerek başladı; örneğin Cymbeline'in modeli 7 yıllıkmış, zaten ben minyon olduğum için beni kesermiş, gelinlikçilerin indirim yapmasının bir sebebi varmış, normal mağaza gibi sezonluk indirim değilmiş bu (onu da açıkladı sonra stoklarını boşaltmak içinmiş, ah nasıl düşünemedim bunu ben!!) vs vs.. Ben de pat küt söyledim wallahi, benim için modelini beğenmek önemli, yoksa yılı falan farketmez dedim. Her dediğime bir cevap yetiştirdi sağolsun. Maliyeti de öyle çok uygun olmuyordu hani.. Sonuçta anladım ki burada diktirirsem benim istediğimden çok "kadının uygun gördüğü" bir model olacak. Zaten orada oturmaktan sıkılan 3,5 yaşındaki oğlu da göğsüme topunu atınca, tamam dedim, "daha da gelmem". Bu yüzden Cumartesi günü gönül rahatlığıyla La Bianca'da bakındım.

Gelinlik konusunda herkes benden batıl çıktı.. Önce dedim ki, karar aşamasında Melih'de gelsin bizimle, fikrini söylesin. Herkes "yoookk, olmaz olmaaazzz" dedi, "damat düğünden önce görmeeez" dedi, "fotoğrafını bile gösterme sakıınn" dedi, "peki" dedim ne yapayım. Hadi gelinlikte kabul; fakat ayakkabı alırken mutlaka gelmesi lazım Sevgilimin. Gerçi aramızda epey bir boy farkı var, yani apartman topuk giysem anca geçebilirim herhalde, ama yine de komik görünmemek açısından yanyana duruşumuza bakmamız lazım..

Zaten resmini koymadığım iyi oldu, internetteki resmi hiç güzel değil... Gencecik bir kıza giydirmişler, üzerinde mezuniyet elbisesi gibi durmuş..

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Alkışlarla Lamia

Demet Altınyeleklioğlu, son zamanlarda tarzıyla, anlatımıyla beni bambaşka dünyaların içine çeken bir yazar. İlk kitabı Moskof Cariye Hürrem'i okuduğumda tam anlamıyla büyülenmiştim, şimdi bitirdiğim Alkışlarla Lamia'da da aynı sürükleyicilik, aynı hayalgücü vardı.

Lamia annesiyle kenar mahallede, bir göz odada büyürken, hayallerinin peşinden koşmasıyla keşfedilmiş bir tiyatrocu ve şarkıcı. Muhteşem güzellikte bir kadın, erkeklerin önünde sıraya dizildikleri, sigarasını yakmak için birbirlerini ezdikleri, ayakkabısından şampanya içtikleri, kadınların hem kıskandıkları hem taptıkları güzellikte, zerafette. Kendisini keşfeden Bedrettin Sami'nin desteğiyle şan şöhret sahibi olmuş ve tabii kısa zamanda bu şöhretin bağımlısı haline gelmiş. Bu bağımlılık yeri gelmiş yanlış kararlar aldırmış, yeri gelmiş yanlış evlilikler yaptırmış. Kitap anılarla birlikte bir yüzleşme havasında akıp gidiyor.

İnsan bu kadar yüksekten, şandan, şöhretten, paradan, aşktan, seksten ne kadar aşağıya düşebilir? Düşerse ne olur, önünde tutunacak birşey yoksa hatıralarla ne kadar idare edebilir? Kitabın en genel konusu bu olabilir. Peki ya geçmişte yapılan hatalar, onlar ne zamana kadar takip eder insanları? Gelecekte yapılan yanlışlara, geçmişteki pişmanlıklar mı sebep olur yoksa? Hele de bu pişmanlık insanın yüzünü kızartacak, sevdiği erkeğin yüzüne bakamamasına neden olacaksa...

Alkışlarla Lamia'nın en etkili yönü geçmişle bugünün iç içe olması. Bağlantılar öyle güzel ki zamanda kaybolmanız mümkün. Yalnızca kitabın geçtiği dönem itibariyle (1930'lar) Türk Sineması / "Küçük Emrah Filmlerine Hazırlık" etkisi fazlasıyla görülüyor (bkz. Safa Ferit çocukluk). Bu biraz daha hafif olabilirdi.

Kitap insanı hem etkiliyor, hem düşündürüyor. Bir kere insanlar ellerindekinin kıymetini bilmiyorlar, üç kuruşluk çıkarları uğruna anlamsız ilişkiler peşinden koşturuyorlar,o ilişkilerin dostluklarını, hayatlarını, o çok sevdikleri şöhretlerini nasıl etkileyeceğini hiç düşünmeden, günlük heveslere kapılıyorlar.
İkincisi, insanlar gerçek dostlarının da kıymetini bilmiyorular, anlamıyorlar. Çünkü onu gerçekten seven kişi istediklerini sağlayamayacak ona, mücevherler, kürkler alamayacak, en pahalı şampanyaları getirtemeyecek yurtdışından. Bu yüzden hep diğerleri kıymetli oluyor, bunlar "yakaya yapışan", "kurtulunamayan". Ancak gün gelip de dımdızlak ortada kalınca, kapısını açan, ağlaması için omuz veren kişi en pahalı mücevheri alan olmuyor. Sinirlendim, neyse...
Üçüncüsü iyiler gerçekten erken ölüyor. Hayat boyu diğerini sırtında taşıyan, dertlerini içine atan, fedakarlıklar yapan gidiyor, gereksiz yere bu acıları çektiren, yükledikçe yükleyen yaşamaya devam ediyor. Ama işte kişinin azıcık vicdanı varsa hatıralar peşini bırakmıyor, sarıp sarmalıyor.

İşte böyle bir kitap Alkışlarla Lamia. Okuyun tavsiye ederim..

P.S. Demet Altınyeleklioğlu'nun yeni kitabı Mihrişah Sultan çoook yakında kitapçılarda. Mihrişah Hürrem'in kızı oluyor. Heyecanla bekliyorum; ama umarım Boleyn Kızı serisi gibi dıdısının dıdısı haline gelmez...

8 Temmuz 2010 Perşembe

Nedenn

Sevgili blog, neden ısrarla Enter'larımı hatta Shift + Enter'larımı algılamazsın, nedenn????

Bir Tarif ~ Mezgit Dilimli Corzetti

Evlilik hazırlığının bir aşaması da yemek konusunda pratik kazanmak değil mi? Ben de bu aralar epey merak saldım. 24 Temmuz itibariyle tatilim başlıyor, annemlere söz verdim bu yıl yazlıkta tüm yemekler benden :D
Dün dergileri karıştırırken bulduğum bir tarifi paylaşıyorum: Mezgit Dilimli Corzetti by Giada Fontana
Hazırlanış süresi : 30 ila 40 dakika / 4 kişilik

Püf Noktası : Domatesleri kaynar suyun içine koymadan önce, bıçakla üzerine çarpı işareti çizin. Böylelikle patlamayacaklardır. Bir tarifin içinde sarımsak kullanıyorsanız, sarımsağı sıvı yağın içinde sadece hafifçe pembeleşinceye kadar kavurun ve ateşten alın. Böylece yemeğin ince lezzeti korunmuş olacaktır. Hatta sarımsağın zarını üzerinde bırakabilirsiniz. Böylece ateş üzerinde aşırı uzun süre kalması halinde kömürleşmeyecektir.
Malzemeler :350 gr Corzetti makarna
400 gr mezgit balığı (dilimlenmiş)
4 adet domates
20 gr çekirdekleri çıkartılmış küçük boy siyah zeytin
1 diş sarımsak
20 gr dolmalık fıstık
Birkaç yaprak taze fesleğen

** Domatesleri 1 dakika boyunca kaynar suda haşlayın ve kabuklarını soyun.
** İçindeki çekirdekleri ayıklayın ve kalan kısmı küçük küpler haline doğrayın.
** Bir diş sarımsağı homojen bir karışım elde edinceye dek, az miktarda sıvıyağ içinde pembeleşinceye kadar pişirin.
** Balığı küçük küpler halinde kesin ve sarımsağın bulunduğu tavaya ekleyin.
** Balık, suyunu saldığında, sarımsağı tavadan alın ve zeytin, dolmalık fıstık ve küp şeklinde doğranmış olan domatesleri ekleyin.
** Pişirme işlemi sona erdikten sonra fesleğeni ilave edin. Tuz ve karabiber ekleyin.
** Bu sırada bir tencerede tuzlu suyu kaynatın. Makarnayı kaynar suyun içine boşaltın.
** Corzetti makarnanın suyunu süzün ve her yanına eşit miktarda malzeme dağılacak şekilde, tavanın içindeki balık ile karıştırın.

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Düğün Hazırlıkları - IV ~ Gelinlik Denemeleri - II

Sonunda oldu!!!
Sonunda giydiğimde büyülendiğim, hayallere kapıldığım, hatta prova odasından çıkıp Türk Japon Vakfı'na gittiğim bir gelinlik buldum.. Aslında bu kadar çok beğendiğim 3 gelinlik oldu ama içlerinden biri.. ahhhhh biri...

Lafı hiiiiç uzatmadan Beyaz Butik'te denediğim gelinliklerin resimlerini koyuyorum:
Efendim, ilk gelinliğimiz Fransız tasarımcı Cymbeline'e ait olmakla birlikte sade bir gelinlik üzerine giyilen Fransız danteli ile hareketlendirilmiştir. Fransız danteli gelinliğe hem nostaljik, hem de elegant bir hava vermektedir. Yakından bakmak isterseniz tıklayınnn.Bu ilk gelinliği facebook'ta bir arkadaşımda görmüştüm 2 sene kadar önce ve kelimenin tam anlamıyla bayılmıştım.. Resmini bilgisayarıma indirdim falan, o derece. Cumartesi günü Beyaz Butik'e gitmeden önce de resmine bakıyordum, "şöyle birşey yok ki" düşüncesiyle. Derken, Beyaz Butik'te asılı gelinliklere bakarken elimi ilk attığım yerden bu çıktı.. Ben şok içerisinde kalakaldım. Giyince de çok ama çok güzel oluyor, içinde olmak muhteşem bir duygu.

Eveeeett, geldik ikinci gelinliğimize.. Hayallerimin, rüyalarımın gelinliğine. Ian Stuart imzalı
Nocturne isimli gelinliğimiz tafta kumaştan oluşuyor. Bu resimdeki basit görüntüsüne aldanmayın lütfen, aslı hem renk olarak hem duruş olarak çok çok farklı. Hele bir kuyruğu var, Allah'ımmmmm... İşte bunu giydiğimde prova odasından çıktım, Türk Japon Vakfı'nın yolunda yürümeye başladım, mumlar arasında. Ian Stuart modellerini tasarlarken, İngiliz Kraliyet ailesinden ilham alırmış. Zaten bu gelinliği giydiğinizde kendinizi prenses sanmamanız imkansız!!! Hem gösterişli hem de o kadar sade ki.. Eteği toplayan çiçeği mesela hiç mi hiç göze batmıyor, ben normalde öyle çiçek böcek sevmem çünkü... Saça takılan çiçek fazla tabi, ben onu takmam. Nikah bitip düğün faslına geçildiğinde de o kocaman eteği yukarıdan tutturuyorlar. Gelinlik öyle hafif öyle şık ki.. İnsan kendini gerçekten bir İngiliz Prensesi zannedebilir. Ah, bir not daha, elbise küçük küçük Swarovski taşlarla işli.

Üçüncü gelinliğimiz Demetrios'a ait bir model. Bu gelinliğin de havası, güzelliği apayrı, yani ilk ikisini görmesek bunu çok çok beğenirdik, belki tamam bile derdik. Ancak, diğer ikisinin yanında bu daha genç işi kalıyor, yani nasıl anlatsam, diğerlerinin ağır ve zarif bir tarafları varken, bu daha "oturmaya mı geldik" havasında bir gelinlik. Askısında yine Fransız dantelinden işlemeleri var; fakat bence askıya takılan çiçek o danteli kapatmış. Bu yüzden bunu seçecek olursam yakasındaki çiçeği takmayacağım.

Sevgilime resimlerini gönderdiğimde içlerinde en beğendiği üçüncü gelinlik oldu. Şimdi gelelim yorum bölümüne..

Beyaz Butik'te 1 Temmuz-31 Ağustos tarihleri arasında %70'e varan indirim olduğundan servet değerinde olan bu gelinlikler daha karşılanabilir tutarlara düşmüş; ancak yine de çok pahalı.. Biz bir terzi bulduk, kadın yıllarca Beyaz Butik'te terzilik yapmış, şimdi kendi yerini açmış. Annemin tanıdığı birkaç kişi de gelinliğini ona diktirmiş hep ve kadıncağız Beyaz Butik'tekilerin aynısını dikiyormuş. Şimdi tek umudumuz o kadın. Ondan olumlu ve uygun bir yanıt almayı umuyoruuummm...

Sevgilerr...

2 Temmuz 2010 Cuma

Minik Kukitooşşşş

İşte bu benim güzeller güzeli kızım, minik köpeğim Kukiş'im..

Kendisi 7 yaşında bir Coton de Tulear (Tulear'nın Pamuğu). 4 aylıkken bizim olmuştu, şöyle ki; Cafe Ankimizin aşçısının kızına bir yakını hediye etmiş bu küçücük köpeği; ancak onlar bakamayacaklarına karar vermişler ve sokağa bırakmak üzerelermiş. Bunun üzerine, Cafe Anki'nin tek köpeksiz sahibi olan anneciğim dayanamamış ve bizim olması için işlemlere başlamış; veterinere gitmiş, kontrollerini, aşılarını yaptırmış, gayet sağlıklı demişler. Biz hiçbirşeyden habersiz Kukiş'i severken ve gidecek gözüyle bakarken, tersine bizim olduğunu öğrendiğimizde çok sevinmiştik.

Kardeşim de, ben de daha önce köpeklerle haşır neşir değildik. Kukiş'le evde ilk yalnız kalışımda (geldiğinin 2.-3. günüydü, otorite kurmaya çabalıyorduk) koltukların üzerinden indirmeye çalışırken ve başarılı olamazken "Allah'ım bu hayvanla 10-15 yıl nasıl yaşayacağız" diye düşünmüştüm.. Ama geldi geçti işte koskoca 7 yıl...

7 yıl boyunca çok çilemizi çekti, taşınmamız ve evin tadilatı yüzünden 1 yıldan uzun süre veterinerde kaldı; ama her zaman hepimizin Biriciği oldu. Bu 7 yıl içerisinde yalnızca aşırı korumacılığına bir çare bulamadık. Eve gelen hatta evin önünden geçen herkese havlaması, ısırma çabaları, onları ısırmaya çalışırken bizi ısırması bizi çok çok üzüyor.

National Geographic'te bir program var;
Köpeklere Fısıldayan Adam. Cesar özellikle saldırgan ve sorumlu köpeklerle ilgilenip çok basit taktiklerle sorunların çözülmesini sağlıyor. Birkaç programdır davranış bozuklukları üzerinde duruyor ve 2 tür davranış bozuklukluğu olduğunu söylüyor: Saldırgan ve Korumacı-Bölgesel. 2. tür bozukluk daha çok köpeğin sahibinden kaynaklanıyor, yani köpek evde bir otorite eksikliği hissettiğinde veya aile köpeğin saldırmasından endişe ettiğinde, farkında olmadan yaydığı enerjiyle köpeğin korumasına ihtiyacı olduğunu yansıtıyor. Tabiki köpek de bu durumda "evimi ve ailemi korumalıyım" mantığıyla havlıyor, saldırıyor.

Bundan birkaç yıl önce Tarkan'a götürmüştük Kukiş'i. Kapıdan içeri girince tasmasını açmamızı istemişti. Etraf köpek ve insan kaynıyor ama... İlginç bir şekilde Kuki onlarla oynamaya, koklaşmaya başladı. Hatta Tarkan çok direkt bir şekilde "Kuki'nin eğitilecek bir tarafı yok, sizin eğitime ihtiyacınız var" demişti. Ve hatta, Kuki tasması açık dolaşırken içeriye iki müşteri girmişti, Kuki onları da kokladı, döndü arkasını gitti. Ne zaman ki biz tasmasını taktık artık eve dönmek için, aynı iki müşterinin yanından geçerken havlamaya başladı.

Bu şuna çok güzel bir örnek, köpek yetiştirmek çok büyük sorumluluk gerektiren bir konu; ancak dolaştırırken, başkalarının yanında onu mu ısırır, buna mı birşey yapar diye tedirgin olmayacaksın.. "Köpek bu kardeşim, ısırır da, havlar da.. Korkuyorsan yanına yaklaşma" tavrında olacaksın.. Niye "bir şey yapmaz" tutumundaki insanların köpekleri gerçekten bir şey yapmaz? Çünkü adam sakiinn, umursamaaazz, oooh kebap!!

Biz böyle olamıyoruz; ama, ilk günden beri.. Hem dışarıya hem Kuki'ye karşı davranışlarımız dengesiz. Mesela şu an evdeki herkes Kuki'ye farklı bir mesaj veriyor, bir yandan otorite altında ezilip, bir yandan baştacı oluyor ve tabiki kafası karışıyor. İşte bu duruma son vermek istiyoruz, fakat nasıl yapılacağını bilmiyoruz, çok mu geç kaldık onu da... :(